“Sanat çok değişti!” Bu cümleyi, ki yoğun miktarda hoşnutsuzluk ve şikâyet içeriyordu, Contemporary Istanbul’un 19. Edisyonu’nu gezerken hemen önümde yürüyen bir hanımefendiden işittim. Önce gülmek geldi içimden ama sonra biraz düşününce kendisine hak verdiğimi fark ettim. Evet, sanat çok değişti ve değişmeye de devam edecek. Sanata (ya da Duchamp’ın izinden gidecek olursak, sanatçıya) ayak uydurup uyduramamak ise bizim sorunumuz olacak. Ayak uydurmak zorunda da değiliz bu arada, şikâyet eden hanımefendi içini ferah tutsun, isteyen istediği gibi eleştirebilir; eleştiriyi kaldırıp kaldıramamak da sanatçının sorunu haliyle.
Bu yıl 19. kez, 23-27 Ekim tarihleri arasında düzenlenen ve Tersane İstanbul’daki iki kapalı, bir de açık hava mekânına yayılan uluslararası çağdaş sanat fuarı Contemporary Istanbul’a 18’i Türkiye’den olmak üzere toplam 14 ülkeden 53 galeriye ev sahipliği yaptı. 503 sanatçının 809 eseri beş gün boyunca ziyaretçilerin meraklı bakışlarına sunuldu. Sergi alanının az ziyaret edilen (ya da bakılan, hatta bakılsa da fark edilmeyen) kısımlarında yer alan kimi eserler daha az ilgi görürken (ki o eserleri tesadüfen bulmak ya da aramak da aslında oyunun bir parçasıydı elbette) bazı talihsiz ziyaretçiler neredeyse saatlerce otopark sırası bekledi. Contemporary Istanbul’un sosyal medya hesaplarında da vurguladığı gibi, toplu taşımanın kıymeti bir kez daha anlaşılmış oldu.
Čermáková fuardaki havayı Venedik Bienali’nin “Arsenal” bölümündeki atmosferine benzettiğini söyledi ve bir yanda denizin bir yanda da endüstriyel manzaranın yer aldığı bu ortamın fuara katılmalarında önemli bir etken olduğunu belirtti.
İstanbul’da küreselliğin izi
Mecmuamızın geçen ayki Şehir Özel Eki “Küresel Sanatın Buluşma Noktası: İstanbul” manşetiyle çıkmıştı ve bu manşetin önemli bir sebebi de 19. Contemporary Istanbul’du. 14 ülkeden gelen 53 galeri arasında dolaşırken bu küreselliğin izini sürmeye de çalıştım bir yandan. Örneğin Çek Cumhuriyeti’nden katılan Trafo Gallery’nin direktörü Blanka Čermáková geçen yıl turist olarak geldiğinde fuarı ziyaret ettiğini ve çok etkilendiği için bu yıl galeri olarak katılmaya karar verdiklerini söyledi ve ekledi: “Çok parlak gelecekleri olduğuna inandığımız iki çok genç sanatçımızla katıldık fuara. Prag’da bu iki sanatçı için büyük sergiler düzenledik ve kitaplarını bastık, yani onların uluslararası platformda da çok ilerleyeceklerine inandığımız için dünyaya da göstermek istedik onları. Yabancı koleksiyoncular, müzeler ve ilginç sanat eserleri görmek isteyen tüm ziyaretçilerin ilgisini çekeceklerini düşünüyoruz.” Čermáková ayrıca fuardaki havayı Venedik Bienali’nin “Arsenal” bölümündeki atmosferine benzettiğini söyledi ve bir yanda denizin bir yanda da endüstriyel manzaranın yer aldığı bu ortamın fuara katılmalarında önemli bir etken olduğunu belirtti.
İstanbul’daki sanatsever kitlenin çağdaş sanata gerçek bir ilgisi var.
Stefan Andersson, GSA Gallery, kurucu direktör
İsveç’ten katılan GSA Gallery’nin sahibi Stefan Andersson da Contemporary Istanbul’a ilk kez katıldıklarını ama 10-12 yıl önce başka bir sanat fuarına birkaç kez katıldıkları için şehrin sanat alanındaki hareketliliğine aşina olduğunu söyledi. Andersson,“Son gelişimizde o kadar memnun kalmıştık ki, bu fuardan beklentilerimiz yüksek tuttuk. Her şeyden önce İstanbul’daki sanatsever kitlenin çağdaş sanata gerçek bir ilgisi var; sadece imzalara değil, sanatın kendisine. Bu muhteşem bir şey çünkü örneğin Stockholm’de Türk sanatçıların bir sergisini açsanız herkes eserlerin kime ait olduğunu bilmek ister. Son geldiğimizde sanatçımız Assa Kauppi’nin birçok eserini satmış ve Türk basınında da bir hayli yankı uyandırmıştık,” dedi (tam bu noktada hemen önündeki dosyadan basılı örnekleri çıkarıp gösteriyor) ve fuarın bu yılki katılımcı galerinin çok fazla olmamasının bir avantaj olduğunu vurguladı: “250 galeri katıldığında her şeyi görmenize imkân olmuyor, dikkatler dağılıyor, 50 galeri bence çok iyi.”
Özel sergilerle yüksek enerji
Yerli galerilerden Ferda Art Platform’dan galerinin kurucusu Ferda Dedeoğlu ise bu yılki fuarın çok yüksek bir enerjisi olduğunu söyleyerek memnuniyetini ifade edenlerdendi. Dedeoğlu, “Katılım her anlamda çok iyi, hem sanatçılar ve galeriler hem de ziyaretçiler açısından bunu söylemek mümkün. Çok güzel geri dönüşler alıyoruz,” dedi. Çok yeni kurulan ve bu yıl ilk kez fuara katılan OG Gallery’den Senem Özgörende, “Maddi ve manevi iyi geri dönüşler alıyoruz,” diyerek söz başladı ve şöyle devam etti: “Yeni lokasyon çok hoş, yurtdışındaki fuarları aratmayan bir mekân burası ve İstanbul’un ne kadar güzel bir kent olduğunu da yeniden hatırlatan bir yer. Ayrıca herkes çok ilgili ve bilgili, gelen sorulardan bunu anlıyorum.”
Bu yılın iki özel sergisinden ilki, Tersane İstanbul’un tam da deniz kıyısında yer alan büyük bahçesine konuşlanmış The Yard adlı bölümündeki heykel sergisi iç mekânların kalabalık hengâmesinden biraz uzaklaşmak için ideal bir fırsat sunuyordu doğrusu. İşin aslı bu sergi sadece bu bahçede değil, diğer açık hava alanlarına da yayılmıştı ve tüm eserleri bulup incelemek biraz oyunbaz bir çaba istiyordu. Marc-Olivier Wahler’in küratörlüğünde bu yıl 4. kez düzenlenen The Yard’a aralarında Erdil Yaşaroğlu, Anselm Reyle, Bilal Yılmaz, Ebru Döşekçi, Etienne Krahenbuhl, Kazım Karakaya gibi isimlerin de bulunduğu 16 sanatçı, toplam 20 eserle katıldı.
İspanya’dan gelen özel bir seçki de bu yılın diğer özel sergisiydi. Born in the Seventies (Yetmişlerde Doğanlar) başlıklı sergide çağdaş İspanyol resminin bir seçkisi yer aldı ve 21 sanatçının tablolarına yer verildi. İspanya’da 1936’dan sonra yapılan ilk demokratik seçimlerin 1977’ye denk düştüğünü düşünürseniz bu seçkideki sanatçıların neden özel bir topluluk oluşturduğunu da anlarsınız muhtemelen. İspanya Büyükelçiliği’nin katkılarıyla düzenlenen bu özel sergi çağdaş İspanyol resmine dair ağzımıza bir parmak bal çaldı desek yanılmış olmayız herhalde.
Tüm bu saydıklarıma ek olarak yıllardır fuarın düzenlenmesine büyük katkıları olan Akbank Sanat’ın fuara özel olarak hazırladığı ve iki sanatçının eserlerinden oluşan Oyun Oyunu Bozar sergisi de zihinlerde yer etti. Genco Gülan’ın koku alma duyusuna da hitap ettiği çikolata kaplı heykeli “Ayın Karanlık Yüzü”yle katıldığı serginin diğer sanatçısı ise Mehmet Ali Uysal’dı ve serginin küratörü Hasan Bülent Kahraman her ne kadar Freud’a atıflar yapsa da Oyun Oyunu Bozar adının altında başka imalar olup olmadığını merak etmemek elde değildi.
Gelecek yıl 20. kez düzenlenecek fuarın dikkat çekici bazı sürprizler sunması bekleniyor; en azından sanat kamuoyunun tahminleri ve beklentisi bu yönde. Türkiye’de kısa dönemli tahminlerde bulunmanın bunca zorlaştığı bir zamanda 20 yıldır süren bir sanat fuarının varlığı bile başlı başına bir sürpriz aslında; kıymetini bilmek gerek belki de.