Bu sonbaharda Güney California’daki müzelerde açılışı yapılan PST Art: Art & Science Collide (PST Art: Sanat ve Bilimin Çarpışması) etkinliğinde, ziyaretçiler su ekolojisinden yerli halkın yaşadığı bölgelerdeki yangın yönetimine kadar önemli çevre sorunlarının incelendiği düzinelerce sergiyi görme şansı bulacak. Fakat ne yazık ki günümüzün en acil teknolojik sorunlarına dair sergileri aynı derinlik veya genişlikte görme şansı bulamayacaklar.
Etkinlikteki 60’tan fazla serginin yalnızca birkaçı internet veya yapay zekânın (YZ) insan yaratıcılığı üzerindeki etkisi gibi acil dijital çağ sorunlarını konu alıyor. Üstelik bu birkaç sergi de genel olarak üniversitelerdeki küçük mekânlarda düzenleniyor. Irvine, California Üniversitesi’ndeki umut verici bir sergide kompleks sistemlerle çalışan sanatçılara yer verilirken, Riverside, California Üniversitesi’ndeki bir başka sergiyse dijital görüntüleme teknolojilerinin tarihini derinlemesine inceleme fırsatı sunuyor. (Los Angeles County Museum of Art dijital görüntü manipülasyonuyla ilgileniyor.) YZ temalı tek sergiyse California Sanat Enstitüsü tarafından işletilen RedCat galerisinde düzenleniyor.
Etkinlikte bu tür sergilere çok az yer verilmesi, ne yazık ki ana akım sanat müzelerinin 21. yüzyılda bireysel kimlik, toplum ve bilgi sistemlerinin inşasını etkileyen en büyük teknolojik değişikliklere yaklaşımını veya bir başka deyişle mesafeli duruşunu da yansıtıyor. Peki akıllı telefonların beynimizi nasıl yeniden şekillendirdiğini ve algoritmik sosyal medyanın demokrasiyi nasıl zayıflattığını konu alan büyük müze sergileri nerede? Üretken YZ’nin, şimdilik bilincimizi olmasa da kültürümüzü nasıl değiştirdiğine dair ses getiren sergiler nerede?
Sanatçılar bu konulara eğilmekten korkmuyor. Refik Anadol, Nancy Baker Cahill, Ian Cheng, Carla Gannis, Holly Herndon, Lynn Hershman-Leeson, Rafael Lozano-Hemmer, Trevor Paglen ve Alexander Reben gibi birçok sanatçı, bir yandan YZ’nin yanı sıra artırılmış gerçeklik (AR) ve sanal gerçeklikle (VR) çalışırken, diğer yandan da teknoloji sektöründeki en büyük “gelişmeler”in hem gücünü hem de tehlikelerini kabul ederek bu teknolojilerle ilgili tereddütleri üzerine kafa yoruyor. Bu sanatçılar Google, Meta, Microsoft ve OpenAI’a ait üretken YZ’deki son–ve tamamen tescilli– gelişmelerin dışında kalsalar bile, Silikon Vadisi’nin kendi araçlarıyla ve bu araçlar üzerine iddialı çalışmalar yapıyor.
Fakat çoğu sanat müzesi geleneksel objelere ve “gerçeklik diyarı”na bağlılıkları nedeniyle dijital gemiyi kaçırıyor; dolayısıyla bu müzeler sonunda kendilerini nesnelerle dolu bir adada kazazede olarak bulabilir. Genellikle sanat tarihi eğitimi alan küratörlerin bilim, mühendislik ve matematik alanındaki zorlu konulara eğilecek bilgi veya güveninin olmaması başta olmak üzere birkaç koşul bu kör noktanın oluşmasına katkıda bulunuyor. Küratörler yalnızca beşeri veya sosyal bilimler alanında olduğu sürece diğer disiplinlere “geçiş yapmak”la gurur duyuyor. 2020’de San Francisco’daki de Young Museum için Beyond the Uncanny Valley: Being Human in the Age of AI (Tekinsiz Vadinin Ötesinde: YZ Çağında İnsan Olmak) sergisini düzenleyen Claudia Schmuckli, o dönemde kendisine bu konu hakkında düşünmeye nasıl başlayacağını bile bilmediğini söyleyen küratör sayısının fazlalığına şaşırdığını söylüyor.
Ayrıca sanat müzelerinin büyük kısmında teknoloji tabanlı işleri sergilemek için gereken fiziksel donanım bulunmadığı gerçeğinden de söz etmek gerekiyor. Çoğu müze halen 19. yüzyılda olduğu gibi resim ve heykel sergilemek üzere tasarlanıyor. 1997’de Agent Ruby’yle (Ajan Ruby) çekici sohbet robotları yaratmaya başlayan ve sonrasında da internet tabanlı gözetim ve ırksal profillemeyi de içeren öngörücü polislik üzerine önemli işler yapan Hershman-Leeson bazı müzelerde güvenilir Wi-Fi bile bulunmadığını söylüyor.
Leeson, The Art Newspaper’a yaptığı açıklamada şöyle diyor: “Sanat kurumları her zaman sanatçıların gerisinde kalmıştır; belki de, yapıldıkları dönemde açıkça bilinen bir tarihleri olmadığı için radikal görünen eserleri sergileyerek deneme yapmak istemiyorlar. Ama teknolojiye dayalı işlere yatırım yapmaktan özellikle çekindiklerini düşünüyorum çünkü ekipman çok hızlı değişiyor ve demode hale geliyor.”
Hershman-Leeson, geçmiş deneyiminden bahsederken, yeni medya üzerine uzmanlaştığı iddia edilen müzelerde dahi sergi açmak istediğinizde, tüm donanım ve yazılımı ve hatta işin nasıl yürütüleceği konusunda personeli eğitecek programcıları bulmanın sanatçıdan beklendiğini söylüyor. Bu engel daha az başarılı veya daha az ısrarcı sanatçıları doğal olarak oyun dışı bırakıyor.
Finansman sorunu
Bir başka rolü de finansman eksikliği oynuyor. ABD’deki büyük müze sergilerinin finanse edilmesine sıklıkla yardımcı olan mega koleksiyoncular ve galericiler Unity gibi oyun platformlarında yapılan sanattan ziyade Anselm Kiefer veya Alex Katz gibi tanınmış sanatçıların resimlerine yatırım yapmayı tercih ediyorlar. Dolayısıyla yeni medya eserlerini toplayan büyük ABD’li koleksiyoncu sayısı son derece düşük kalıyor.
Buna rağmen, durum tamamen umutsuz da değil. New York’taki Whitney Amerikan Sanat Müzesi’nin küratörü Christiane Paul uzun süredir dijital sanatı savunuyor; Paul yakın zamanda Harold Cohen’ın bilinen en eski çizim amaçlı YZ programı AARON üzerine önemli bir sergi düzenledi. Ayrıca New York’ta Bitforms’tan Steven Sacks ve Los Angeles’ta da Honor Fraser gibi galericiler bu tür sanatçılar için önemli platformlar oluşturdu. Fakat bunlar istisna örnekler.
Honor Fraser’da “makine zekâsı” konulu SMALL V01CE (İç Ses) karma sergisinin küratörlüğünü yapan Jesse Damiani, “Kısaca, YZ’yi inceleyen tonlarca çarpıcı müze sergisi olmadığını söyleyebilirim. Ayrıca düzenlenen sergiler de çoğu zaman anlamlı sorgulamalar yapmaktan ziyade çağa ayak uydurmak için mecburen düzenlenmiş izlenimi uyandırıyor,” diyor.
Amsterdam’daki Nxt Museum’un da küratörü olan Damiani, teknoloji tabanlı işlerin müzelerde yeterince yer bulamamasının bir başka nedeninin, kalitelerini değerlendirecek keşifsel yöntemlerin ve estetik kökenlerinin henüz tam olarak belirlenmemesi olduğunu söylüyor. Damiani, “Bir resmi beğenmeseniz bile çoğu zaman hoşgörüyle yaklaşıp mutlaka bir anlamı olduğunu düşünürsünüz. Ama aynısı yeni medya sanatı için geçerli değil,” diyor. Bu alandaki akademik araştırmalarıysa normalden fazla küratöryal zaman ve kaynak gerektiren “zorlu bir görev” olarak gördüğünü söylüyor.
Tüm bunlar bir araya geldiğinde, bu yıl Getty fonundan 20 milyon dolardan fazla destek alan ve birkaç yıllık gelişim sürecinden yararlanan çoğu PST Art katılımcısı müzenin YZ’yi veya ceplerimizdeki mini bilgisayarları görmezden gelmesi ayrıca hayal kırıklığı yaratıyor. Çoğu serginin düzenlenmeye başladığı beş yıl önce YZ bu kadar gündemde olmasa da, veri madenciliği ve kestirimci algoritmaların seçmen ve tüketici davranışını şekillendirmedeki büyük rolü gündemdeydi.
PST Art’ın (o zamanki adıyla Pacific Standard Time) 2017 edisyonunda görev alan küratörler aldıkları hibenin bir kısmını, Hammer Museum’daki Radical Women: Latin American Art, 1960-1985 (Radikal Kadınlar: Latin Amerika Sanatı, 1960-1985) gibi sergilere eşküratörlük yapmak üzere Latin Amerika’dan (yılın teması) uzman getirmek için kullanmıştı. Peki küratörler bu kez neden bilgisayar bilimcileri, VR geliştiricileri ve video oyun tasarımcılarından oluşan ekiplere danışmadı? Bunun yerine, yeni edisyonun en dikkat çekici işbirliği Skirball Cultural Center’da ağaçlara adanmış bir sanat enstalasyonu için film yapımcısı ve yazar Tiffany Shlain ile robotik profesörü Ken Goldberg arasında yapıldı; ne tesadüftür ki bu ikili evliydi.
Dolayısıyla PST Art’ın Art & Science Collide (Sanat ve Bilimin Çarpışması) alt başlığı biraz yanıltıcı gibi görünüyor. Başta çevre olmak üzere bilime dokunan sergiler beklenebilir ama başlığın ima ettiği gibi heyecan verici bir karşılaşma beklenmemeli. Müzeler şimdiden başlayan teknolojik geleceğin farkına varana kadar da gerçek bir “çarpışma” göremeyeceğiz.