Yüz yıllık bir kadın varoluş hikâyesi: Afife sahnede!
İstanbul’un işgal altında olduğu 1920’li yıllar, halkın korkudan etnik kökenini yalan söylemek zorunda kaldığı zamanlar… İmkânların kısıtlı olduğu ama o imkânsızlıkta dahi kalbi tiyatro aşkıyla çarpan bir grup insan. Güllü Agop’tan sonra Osmanlı tiyatrosunu devam ettiren Mardiros Mınakyan’ın bayrağı taşıdığı bir kumpanya… Dârülbedâyi’nin, sadece kadın izleyicilerin olacağı oyunlarda rol alacak Müslüman kadınlar için açtığı sınavı kazanan bir isim: Afife. 1919 yılında halka açık oyunlarda sahnede olmasına izin verilmeyince Afife tiyatroyu bırakır. Aradan kısa bir süre geçer ve Yamalar oyununun başrol oyuncusu Eliza rahatsızlanınca, Afife’nin sahneye çıkması istenir.
Afife, oyunu baştan sona ezbere biliyordur ve kumpanya ekibi, “Artık Müslüman kadınlar her yerde değil mi?” diyerek olası olumsuzluklara karşı kendilerini telkin eder. Afife, 1920 yılında Kadıköy’deki Apollon Tiyatrosu’nda Emel rolüyle ilk defa erkek izleyicilerin olduğu bir temsilde sahneye çıkar ve bu tarihî bir gün olur, Afife bir tabuyu yıkar! Onun için sahnede olma hissi ise tam olarak şöyledir: “Rüyalarım gerçek olabiliyorsa, bazı gerçekler de rüyalarda kalabilir mi?” Ailesinden gizli saklı tiyatroya giden, hatta sahneye çıkma cesareti gösteren Afife’nin, insanı ürperten bu mutluluğu da çok uzun sürmez. Sahnede bir Müslümanın olduğunu öğrenen kolluk kuvvetleri, tiyatroyu basar, Afife adını Jale olarak söylese de polis sahneyi kapatmakla tehdit eder ancak nafile! Afife’yi kimse durduramaz, kaçarak saklanarak iki ayrı oyunda daha sahneye çıkar.
İlk kez “Müslüman, Türk ve kadın” olarak sahneyi çıkmasını, “Ben inkılap yaptım,” diyerek polisin yüzüne haykırdığında, polis, “Sen kadınsın, Müslümansın, böyle şeyler yapamazsın,” der ve çok da geçmeden Kadıköy’de gözaltına alınır. Birkaç ay sonra tiyatroya Şehremaneti’nin (Belediye) iki kararı ulaşır. İlk karar Müslüman kadınların sahneye çıkmasını yasaklarken diğer karar, doğrudan Afife Jale’nin sahneye çıkmasını yasaklar. Dârülbedâyi, bu karar karşısında itiraz etmeyince Afife, tiyatrodan koparılmış olur. Bu baskı onu yormuş ve çok yıpratmıştır. Ruhsal olarak zor günler geçiren Afife, 1941 yılında henüz 39 yaşında yaşama veda eder.
Afife Jale, tiyatro tarihine ve kadın hareketine damga vurmuş bir isim. Bu rolü (ve beraberinde Eliza ve Viola rolünü de) üstlenen, son dönemde yer aldığı projelerde göz kamaştıran Demet Evgar, yaklaşık 20 yıldır bu hayali kuruyormuş ve proje tasarımını üstlendiği Serdar Biliş’le birlikte sezonun en iddialı işini ortaya çıkmış demek yanlış olmaz. Afife müzikali, tepeden tırnağa çok özenli ve seyirciye her ânıyla tadına doyulmaz bir seyir keyfi sunuyor.
Afife Jale’nin gerçek yaşamöyküsünden ilhamla Selin Cankı Ceylan’ın kaleme aldığı bu kurmaca hikâye, etkileyici bir müzikal. Hayalî bir kumpanyada yaşananların son derece samimi bir yerden anlatılması, elbette buna vesile olan oyuncu, ışık, müzik, kostümün de çok başarılı olması sayesinde akıllara kazınıyor. Oyunda yer alan; Tilbe Saran, Necip Memili, Bora Akkaş, İdil Sivritepe, Bedir Bedir, Orkuncan İzan, Bilge Çınar, Öykü Su Okur, Basma Seiba, Ekremcan Arslandağ ve Atılgan Gümüş gibi usta ve genç isimlerin yarattığı sinerji oyunun gücünü ortaya koyuyor.
Özellikle Tilbe Saran (Kınar Hanım, Mehdiye Hanım, Olivia ve kraliçe), Necip Memili (Mınakyan, komiser, Hidayet Bey, Malvolio, dede, kral), Bedir Bedir (Civanyan, Frederick, biletçi) ve Bora Akkaş (Onnik, Faysal, dük) birden fazla rolü, iki farklı dili kullanarak başarıyla üstleniyorlar. Oyunda, oyuncuların Ermeniceyi ustalıkla konuşabilmesinin en büyük sebebi, diyalekt danışmanının Bercuhi Berberyan olması. Maksim Gazinosu sahnesinde, drag queen olarak Minyon Virjin’le sahnede arzı endam eden Atılgan Gümüş ise, deyim yerindeyse seyirciyi hem çok eğlendiriyor hem de Huysuz Virjin üslubuyla yaptığı esprileriyle çok güldürüyor.
Oyunda metin, oyunculuk ve reji kadar etkili olan; ışık tasarımıyla Cem Yılmazer, hareket tasarımıyla Candaş Baş, kostüm ve sahne tasarımıyla Gamze Kuş’un isimlerini anmadan geçmeyelim. Sahnenin hareketli olması, dekorun hızla değişir düzeneğe imkân tanıması sahnedeki enerjinin hiç bitmemesini sağlıyor. Bazı anlarda Afife’nin hayaline gittiğimizi varsaydığımız anlarda, o an video çekiminin sahneye yansıtılmasıyla sinematografik anlar yaşıyoruz. Sahnede rengârenk izlediğimiz kurmacanın, siyah-beyaz videosuna döndüğümüzde gerçek ve kurgu iç içe geçiyor. Bu tekniğin gücüyle; Afife’nin özgürlüğünün kısıtlanmasına verdiği tepkiler, ettiği isyanların ardından seyirci olarak sahneye çıkıp yanında olma isteği uyanıyor.
Daha önce de söylediğim gibi ince ince işlenen oyunun, müzikleri de bir o kadar sarsıcı. Tuluğ Tırpan’ın müzikleri sahnede canlı olarak icra ediliyor ve Demet Evgar, sözlerini Sezen Aksu ve Ilgın Kopuz’un yazdığı şarkıları seslendirdiğinde kendimizi bir kez daha gerçeğe yaklaşmış hissediyoruz.
Kadınların var olma mücadelesinin son yıllarda her alanda yükselişine tanık olurken, bir yandan bunlar hiç yaşanmıyormuş gibi sarsıcı haberlere de şahit oluyoruz. Bir yandan yerimizde saydığımızı düşünüp sıkışmış hissederken, bir yandan Afife Jale’nin bu hikâyesi eminim orada benim gibi izleyen birçok kadına ilham oluyor. Onca yoklukta, yoksunlukta sadece sahnede olmak isteyen bir kadının özgürlüğünün kısıtlanması ve hazin sonuna tanık olmak kalp kırıcı…
Oyun sonunda Demet Evgar’ın anlattığı hikâyeyle öğreniyoruz ki, 12 yaşında Afife Jale’nin ölüm haberini bir dergide Haldun Dormen, onun hikâyesinden çok etkileniyor ve onu unutturmamak için Afife Jale ismini yaşatmak için kendine söz veriyor. Yaklaşık 30 yıldır verilen Afife Tiyatro Ödülleri ve özellikle bu oyun sayesinde Afife’nin adı daha çok yaşayacak…
Son söz, oyunun başarılı yönetmeni Serdar Biliş’ten olsun: “Afife bir başkaldırıdır! Kadınlara konulan yasaklara boyun eğmeyerek, tüm benliğiyle sahnede olmayı arzulamış, buna cüret etmiş, bedelini de maalesef en ağırından ödemiş bir fedaidir Afife. Onun biz hediye ettiği ateş, oyunumuzun ışığıdır.”