Robert Rauschenberg, 1951-1953 yılları arasında, sanatın sınırlarını irdeleyen bir dizi çalışma yaptı. Bir sanat eserinin silinme vasıtasıyla ortaya konabileceğini düşünen sanatçı, resmederek değil de resmi, kâğıttaki izleri yok ederek yıkımı yaratı vasıtası olarak kullanmayı amaçlıyordu. İşe kendi çizimlerini silerek başlasa da nihayetinde bir başka ressamla ortak çalışmanın daha anlamlı olacağını, eserin kendi kendine referans vermesindense bir başka sanatçının izinden yola çıkmasının daha katmanlı olacağını düşündü ve işlerine saygı duyduğu bir sanatçıya, Willem de Kooning’e başvurdu. De Kooning teklifi başta hoş karşılamasa da kabul etti ve Rauschenberg işe girişti; Duchamp’vari bir yapısöküm ruhuyla eserini tamamlayan Rauschenberg, resmin çerçevelenip etiketlenmesi aşamasındaysa bir başka sanatçıyla, Jasper Johns’la işbirliği yaptı. Johns, yok edilen De Kooning resminin üzerine şöyle yazdı: “Erased De Kooning Drawing (Silinmiş De Kooning Çizimi) Robert Rauschenberg, 1953.”
Resim silinmiş, silinerek Rauschenberg’in eseri haline gelmişti ama üzerinde hâlâ zar zor seçilen izler duruyordu… De Kooning, Rauschenberg’e üzerinde bilhassa silgi izleri seçilen bir çizim vermiş, Rauschenberg onun sadece çizdiklerinin değil, sildiklerinin de üzerinden geçmişti. Fikir Rauschenberg’indi, tabii eser de ona aitti, kâğıdın hafızasıysa önceki bir yaşamın izlerini taşıyor, izleyicinin imgelemi silgi izlerinde çizimin hayalini canlandırıyordu. Rauschenberg’den neredeyse yarım yüzyıl sonra bir başkası, yaratıcı sürecinin neredeyse tamamını alıntılamaya yaslayan Mike Bidlo, Willem de Kooning’in çizimlerini kopyalayıp kâğıtları Rauschenberg’in izinden giderek silecek, silgi artıklarını yanık küller misali eserlerin yanında sergileyecek ve bu çalışmaya “NOT Erased De Kooning” (Silinmiş De Kooning DEĞİL) adını vererek kendi imzasını atacaktı.
Hamura dönmüş kurmaca
Silinmiş kâğıtlara atılan imzalar, referanslara yaslanan referanslar, aracılar, yaratıcılar… David Shrigley’nin “Pulped Fiction” (Hamura Dönmüş Kurmaca, 2023; burada çeviride kaybolan bir söz oyunu var ve Shrigley bu çalışmada bu oyundan besleniyor; pulp fiction ucuz malzemeyle çoğaltılan popülist kitaplara verilen isim, pulped kullanımı kelimenin posa, atık gibi anlamlarını da vurguluyor) adlı projesini irdelerken Rauschenberg’i anmak, yıkımın yaratıcılığa zemin hazırlayan potansiyelini yeniden ele almak gerek. Shrigley, bu proje bağlamında, Dan Brown’ın Da Vinci Şifresi romanının ikinci el mağazalarına bağışlanmış, istenmeyen 6.000 nüshasını topluyor ve bunlardan dönüştürdüğü kâğıda George Orwell’in 1984’ünü basarak 1.250 adet kitap üretiyor. Shrigley’nin1984’ünde kullanılan kâğıtlar da tıpkı Rauschenberg’in sildiği çizim gibi önceki yazardan izler, eski basımdan gölgeler barındırıyor ve onlar da okuru, metni bir sıçrama tahtası olarak kullanmaya, sayfaların gerisindeki yıkıcı gücün yaratıcılığını izlemeye davet ediyor.
Shrigley, bu çalışmanın ilhamını, kendilerine fazla sayıda Da Vinci Şifresi bağışlandığı için bunları satmakta zorlandıklarını ve bağışçılardan daha farklı şeyler, mesela plak bağışı rica ettiklerini duyuran bir ikinci el mağazasının yaptığı açık çağrıdan aldığını belirtiyor. Milyonlarca kopyası basılan 2003 tarihli roman, 21. yüzyılın –kitaplar söz konusu olduğunda– en büyük seri üretim faaliyetlerinden birine işaret ediyor, aradan 20yıl geçtikten sonra istenmeyen, miadı dolmuş bir metaya dönüşerek kelepir eşya raflarını işgal etmesi, ömrünün, hacmi kadar büyük olmadığının göstergesi. Da Vinci Şifresi’nin çıkış, daha doğrusu varış noktası ise yine bir başka sanat eseri, Leonardo Da Vinci’nin Son Akşam Yemeği. Bir eserden diğerine, referanstan referansa sıçradığımız döngüde Shrigley, motivasyonunu The Guardian’a şöyle özetliyor: “Bunu yapabilirim çünkü kimse Da Vinci Şifresi’ni satın almak istemiyor artık – ondan kurtulmak derdindeler. Bu vesileyle, ‘Uyanın, totaliter bir rejime doğru uyurgezer gibi ilerliyoruz,’ demek istedim.” Shrigley, Da Vinci Şifresi yerine herhangi bir başka çoksatar fenomenini, mesela Grinin Elli Tonu’nu kullanabileceğini fakat elden çıkarılmış, bağışlanmış ya da atılmış nüshaların çokluğu nedeniyle Da Vinci Şifresi’ne erişimin daha kolay olduğunu söylüyor; 1984’ü seçme nedeni ise, konusu ve uyarı mahiyetinde olmasının yanı sıra, George Orwell’in ölümünün üzerinden 70 yıl geçmesi, dolayısıyla metnin telifinin ortadan kalkması, kullanımının bu nedenle serbest olması.
Bir çoksatara dönüşen 1984
Edebî değeri açısından Da Vinci Şifresi’nden oldukça farklı bir yerde konumlansa da,1984 de çok okunan ve son yıllarda yüksek adetlerde basılan bir kitap. Öyle ki 2017’nin Ocak ayında, henüz telifi düşmemişken Amazon’un çoksatarlar listesinde bir numaraya oturmuş –Donald Trump’ın başkanlık koltuğuna geçmesiyle eşzamanlı, muhtemelen buna tepki ya da teselli olarak. Orwell’in adı, yarattığı totaliter distopik evrene dair kavramlar –mesela yenisöylem ya da çiftdüşün– Trump Amerika’sının ve dünyanın o zamanlar yeni tanıştığı alternatif gerçeklere ya da hakikat-sonrası retoriğe ayna tutuyor. Sonuç olarak 1984 de, o günden bugüne, Dan Brown’ın ilk beş yılında neredeyse 80 milyon satan Da Vinci Şifresi kadar popüler olmamakla birlikte –artık– çok satıyor, zamanımızın siyasi/kültürel atmosferinde adeta “diriliyor,” çizdiği distopya resmiyle okura tanıdık geliyor. Tarihin “sürekli yeniden yazılan bir palimpseste” dönüştüğü bir dünyayı betimleyen bu distopya, Shrigley’nin Dan Brown’un satırlarını silerek kurguladığı bu iş için, silinmiş sayfalarda yayımlanan 1984 için de ideal görünüyor.
Shrigley’nin1984’ü kendi içinde bir başka kitabın, seri üretimle milyonlarca basılan ve çöpe dönüşen bir çoksatarın hayaletini taşıyor taşımasına; ama sanatçının yok ettiği eserin temsil ettiği değerleri eleştirmektense, yeniden ürettiği metnin altını çizdiği gerçekleri vurgulamayı önceliyor. Shrigley’nin1984’ü oluşturma sürecine dair hazırlanan belgesel de, numaralandırılarak yayımlanan kitapların satışına eşlik ediyor, kitabın dönüşüm/oluşum sürecini resmediyor. Shrigley, Da Vinci Şifresi vasıtasıyla gözler önüne serilen, tüketim iştahının arzu nesnesini istenmeyen atığa çeviren safhalarla (kitabın milyonlarca adetlik üretiminden çöpe dönüşmesine varan süreç) değil, Orwell’in mesajıyla ilgileniyor.
1984, kahramanı Winston Smith’in bütün tehlikeleri göze alarak herkesi her an gözetleyen tele-ekrandan uzak bir köşeye çekilmesi ve gizlice günce tutmaya başlamasıyla açılıyor; düşüncelerini kâğıda dökmesiyle; yazı, totaliter rejimde bir direniş mekanizması. Yazı aynı zamanda kişinin kendi hakikatinin izini sürdüğü bir sıçrama tahtası; bir nevi kendini arayış, hegemonyanın propaganda makinesi tüm sesleri ve benliği bastırırken riskli ve yine de hayati bir çaba. Dan Brown’ın çoksatarı bir gizemin peşinde Hıristiyanlık tarihçesine nasıl kesik atıp –tartışmalı da olsa–alternatif bir tarih yazıyorsa, Orwell’in distopik metni başkaldırının gizli formülünü yazı olarak ortaya koyuyor. Esprili ve pop üslubuyla öne çıkan Shrigley’nin kitabı ise, yıkıma yaslanan yaratıcı sürece dair bir anlatı içermesi, Dan Brown’ın metnini George Orwell’inkine ve bu ikisini Shrigley’e ait bir esere çeviren aşamaları belgelemesiyle göz dolduruyor. Bu, çağrışımları o kadar engin bir sıçrama tahtası ki, bizi Rauschenberg’den Shrigley’e getirdiği gibi geriye, Velázquez’in “Las Meninas”ına (Nedimeler) kadar götürebilir; yaratım sürecini eserin parçası kılması vasıtasıyla bu kült esere paralel sayılabilir. Ya da daha yakın geçmişte Dieter Roth’un bulvar gazetelerini ve diğer ucuz yayınları öğütüp sosise dönüştürerek yaptığı Literaturwurst (Edebiyat Sosisi) serisiyle, metin dönüştürme motivasyonu üzerinden akrabalık kurabilir. Shrigley’in bu çalışması, onu, telifin serbest hale gelmesiyle 1984’ü yayımlayan binlerce yayıncıyla da bir araya getiriyor, sanatçıyı yayıncı rolüne yerleştiriyor.
Buralara değin sıçradıysak pekâlâ Jorge Louis Borges’e, Borges’in “Don Kişot’un Yazarı Pierre Menard” öyküsüne uzanabiliriz, sıkça alıntılanan bu öykü, Don Kişot gibi bir metin yazmak üzere canını dişine takan bir adamı konu alır. Adam, onca uğraşıp didinmenin sonucunda Don Kişot’la birebir aynı metni yazmıştır. Peki 17. yüzyılda yazılmış özgün metinle 20. yüzyılda yazılmış satırların birebir aynı olması, yazarları farklıyken, farklı birikimlerden gelirken –biz, okurlar, yazarların arasındaki zaman farkını biliyorken–mümkün müdür? David Shrigley BBC söyleşisinde kendi 1984 edisyonu için şöyle demiş: “Bir kitabı alıp başka bir kitap haline getirmek ilginç. Bir tür ortaklık, bir bakıma. Dan Brown’ın başarısına ortak olmuş gibi hissediyorum.”
David Shrigley imzalı 1984 edisyonu 795 sterline satılıyor ve yanında Shrigley’nin kitaba özel yaptığı baskı hediye ediliyor.