Vanessa Medini Arslan
Sanatçı Atölyelerinde
Salon Couture Books, İstanbul, 2022
O çok sevdiğimiz, bazen önünde dakikalar geçirdiğimiz, bazen de her fırsatta görmek için can attığımız eserlerin nasıl bir ruh haliyle, hangi ortamlarda hayat bulduğu benim için hep bir merak konusu olmuştur. Kendini sanatsever olarak tanımlayan herkesin de benimle aynı fikirde olduğunu düşünüyorum. Sanatçıların mabedi olarak tabir edebileceğimiz bu mekânlar, tabiri caizse kan, ter, gözyaşının hâkim olduğu, gecelerin günlere karıştığı, belki onlarca, yüzlerce denemenin sonucunda ortaya çıkan eserlerin doğduğu yer. Şimdi bu hikâyelere tanıklık etmek isteyenleri çok kıymetli bir eserle tanıştırmak isterim: Sanatçı Atölyelerinde.
Hacmi kadar içi de dopdolu olan bu eseri kaleme alan Vanessa Medini Arslan, New York’ta Parsons School of Design’da Tasarım ve İşletme Bölümü okumuş ve tam anlamıyla sanata gönül vermiş bir isim. 1996 yılında sekiz yaşındayken Louvre Müzesi’nde Jacques-Louis David’in eseri “Le Sacre de Napoléon”un (Napoléon’un Taç Giyme Töreni, 1807) önünde dakikalar geçiren Arslan’ın bu ilk sanatla tanışma ânı, onu kitaptaki röportajları yapmaya kadar getirmiş.
Sanatçı Atölyelerinde isimli kitap Selma Gürbüz, Murat Morova, Ahmet Oran, Taner Ceylan, Seçkin Pirim, Ahmet Doğu İpek, Nuri Kuzucan, Sinan Logie, Horasan, Ayça Telgeren, Burcu Perçin, Nejat Satı, Sena ve Berkay Buğdan’ın yer aldığı 14 sanatçı atölyesine yer veriyor. Ülkemizde elbette yüzlerce değerli sanatçı var; fakat kitapta özellikle bu 14 ismin yer alma hikâyesini şöyle anlatıyor Arslan: “Atölyelerine gittiğim sanatçılar, haklarında belirli bir bilgiye sahip olduğum, eserlerine hayranlık duyduğum sanatçılardı. Zaten bu yüzden onları atölyelerinde ziyaret etmek istedim; onları yakından tanımak, onlarla alakalı daha fazla bilgi sahibi olmak, üretim alanlarında onları birebir gözlemlemek istedim. Baktığımda kendime yakın hissettiğim, kendimden çok şey bulduğum, bana aynalık ettiğini düşündüğüm, kısacası bana konuşan eserlerin yaratıcılarıyla tanışmak istedim.”
Onları, kendi ortamlarında dinleyerek keşfetmenin heyecanlı ve büyülü geldiğini söylüyor Arslan. “Hatta bu büyüyü bozmamak için olabildiğince doğal ve samimi bir buluşma olması adına ilk yaptığım ziyaretlerde kayıt cihazı kullanmadım. Sadece dinledim ve sonrasında koşa koşa eve dönüp bütün duyduklarımı yazıya döktüm.” Kayıt cihazını, kitabı yazmak için çalışmaya başladığında, en ince ayrıntısına kadar anlatılan her şeyi dahil edebilmek için ikinci ziyaretlerde kullanmaya başlamış. “Hem de sanatçılardan bana geriye sohbetlerimizden bir ses kaydı, ileride arşiv niteliği taşıyacak anılar kalsın istedim.”
Kitap, Arslan’ın sahiden su gibi akan izlenimlerinden oluşuyor. Hem sanatçıların geçmişine, sanatına hâkim bir kalemden çıktığını anlıyor hem de sanatçıyı en iyi yansıtan sözcüklerin seçildiğini görüyorsunuz. Hayatı sanatla icra eden kişilerin iç dünyasını anlamak pek de kolay olmayabiliyor bazen. Sonuçta onlar, kendini ifade etme biçimi olarak sanatı seçmiş veya bazen başka yolun da mümkün olmadığını düşünen kişiler. Ama kitapta, soruları soran Arslan’ın konulara, sanatçılara hâkimiyeti sayesinde sanatçıların gerçekten zihnine konuk olmak mümkün oluyor.
Sanatçıların atölyelerindeki günlük yaşamlarını ve yaratım süreçlerini anlatan zengin metinlerin yanı sıra kitap, fotoğrafçı Serkan Eldeleklioğlu’nun kareleriyle de destekleniyor. Bu görsellerde, sanatçıların çalışma ortamlarını, kullandıkları malzemeleri ve eserlerin oluşum aşamalarını görmek mümkün. Sanatçıların en can alıcı cümlelerine sayfalarda büyük puntolarla yer verilmesi de hem aklımıza kazınması hem de kolay okunması adına ideal bir yaklaşım olmuş.
Her sanatçının kendine özgü bir hikâyesi, çalışma tarzı ve atölyesi bulunuyor. Arslan’a bu atölyelerde kendisini en çok etkileyenin hangisini olduğunu sorduğumuzda, her atölyenin kendisi için farklı bir deneyim olduğunu, hepsine aynı heyecan ve merakla gittiğini söylüyor. Ancak bir tanesinden biraz daha farklı şekilde bahsediyor: “Bir ayrım yapmam mümkün değil ama Ahmet Doğu İpek’in atölyesi birçok sanatçıya ev sahipliği yapmış tarihî bir bina olduğu için avlusuna adım atar atmaz beni etkisi altına almıştı. Merdivenleri ayrı, tavanları ayrı etkileyiciydi. Apartmanın kapısından girerken sanki başka bir zamana ve boyuta ışınlanıyormuşum gibi hissetmiştim.”
Kitapta yer alan tüm sanatçılar sanata nasıl başladıklarını, ne zorluklarla baş ettiklerini, onlara ilham veren hikâyeleri, vazgeçmek üzereyken nasıl yeniden yola çıktıklarını ve daha pek çok detayı tüm gerçekliğiyle paylaşıyor. Arslan’ın akıcı üslubu sayesinde hikâyeler film şeridi gibi gözümüzün önünden geçiyor. Çocuklukları, aileleriyle ilişkileri ve boyayla temas ettikleri o anlar… Bu tutkulu sanatçıların anlatımının yanı sıra Arslan’ın da sanata olan düşkünlüğü sayesinde bu kitap diğerlerinden ayrılıyor belki de. Nitekim Arslan kendini bildi bileli, en çok ilgisini çeken ve merak ettiği şeyin galeri ve müzelerde gördüğümüz eserlerin oraya varana kadarki yolculuğu olduğunu söylüyor. “Nasıl karakterler tarafından, nasıl ortamlarda üretildiler? Bu sanatçılar bu eserleri hangi duygu ve düşünceler içerisinde ortaya koydular? Yani işin mutfağı beni çok heyecanlandırıyor. Bu atölye ziyaretleri de o mutfağa, o dünyaya küçük bir pencere açıp içeride olan biteni yakından izlemek gibi oldu benim için.”
Arslan’ın da dediği gibi, bu atölyelerde üretim sürecinde bazen sancılı, bazen coşkulu, bin bir türlü duygu yaşanıyor. Ameliyathanelerin yanı sıra bu atölyeleri aynı zamanda mabetlere de benzetiyor Arslan. “Sanatçılar bu mabetlerde üretirken tamamen yalnız ve kendileriyle baş başa. Haliyle hepimiz gibi onlarda bu yalnızlık içerisinde bazen kendilerini ameliyat masasına yatırıyor, neşterle açıyor, inceliyor, artık ise yaramayan, amaçlarına hizmet etmeyen şeyleri çıkarıyor, yeni şeyler ekliyor. Sonra da eserlerini bu süreçte topladıkları donelerle ilmek ilmek işlemeye başlıyorlar.”
Sanatçı Atölyelerinde kitabı, usta isimlerin yaratıcı süreçlerine okuru davet ettiği ve okurun da bu davetten oldukça memnun kaldığı kaynakça niteliğinde. Her sanatçının benzersiz yolculuğuna tanıklık ettiğimiz, yaratıcı sürecin ne kadar derin olabileceğini gösteren bu kaynak; sanatsever herkesin başucunda bulunmalı.