Su, basınç, taş, toprak, ışık, buz, hava, gölge kadar metal, ayna, cam, mercek, pleksiglas, elektronik aksamlar vb. de onun malzemesi. İklim krizinden insanın varoluşsal kaygılarına, görme ve algılama biçimlerinden estetik normlara, konuları çok çeşitli. Yapı kuruyor, yanılsama yaratıyor, harekete geçiriyor, dokunduruyor veya sabit durduruyor...Çünkü izleyicinin keşif ve deneyim arzusunu tetiklemek isteyen bir kışkırtıcı o; ama en sükûnetli olanından. 20yılı aşkın süredir özellikle kamusal alandaki her biri büyük ses getiren çalışmasıyla adını dünya çağdaş sanat ortamına kalıcı harflerle yazan Olafur Eliasson’dan bahsediyorum.
2008’de “The New York City Waterfalls”la (New York Şelaleleri) Brooklyn Köprüsü’nden sular akıtan, 2012’de Tate Modern’deki “The Weather Project”le (Hava Durumu Projesi) Güneş’i iç mekâna taşıyan, “Ice Watch”la (Buz Nöbeti) 2014-2018 arasında önce Kopenhag, ardından Paris ve Londralıları Kutup bölgesinden getirdiği büyük buz kütleleriyle temasa geçiren sanatçının son büyük projesi, 2023’te Katar’da bir çöldeki, “City lab for desalination architecture” (Tuzdan arındırma mimarisi için şehir laboratuvarı) oldu. Bu çalışmada kurduğu aynalı konstrüksiyonlarla zeminin yansımasını gökyüzü gibi kurgulayan sanatçı, bir çölün kuraklığının bile ne kadar etkileyici olabileceğini işaret etti.
Mekâna özgü büyük prodüksiyonlu çalışmalarının yanı sıra Eliasson, örneğin 2015 yılında Viyana’daki The Winter Palace’ta gerçekleştirdiği Baroque Baroque sergisinde olduğu gibi, ışık ve perspektifi temel alarak farklı yorumlarla çoğalttığı daha küçük boyutlu çalışmalarıyla da özgün dilini çoktan kanıtlamış bir sanatçı. Işık, gölge, renk, hareket, geometri gibi temel unsurlarla ilgilenerek, perspektif oyunlarıyla çalışarak günümüzde artık vazgeçilmiş gibi görünen sanat tarihinin kadim kurallarını hâlâ işler kılıyor aslında. Çalışmalarının tamamında, mekânla/uzamla kurduğu ve sanatı aracılığıyla izleyiciyi de kurmak için davet ettiği özgün ilişkiyi sezmek mümkün. Hatta Eliasson’un çalışmalarında birkaç farklı ilişki türünden söz edebiliriz: İlki, sistemin yıkıcılığı ve ekolojik kriz nedeniyle Dünya gezegeniyle kurduğu; ikincisi, nihayetinde illüzyona dayalı sanat evreninin kendi mekân anlayışına dair. Üçüncü olarak, Dünya sınırlarının ötesinde uzamsal gerçekliği işaret eden, sanki fizik bilimine saygı duruşu yapan bir ilişki geliştiriyor sanatçı ve bu üç tür ilişkide de çoğu kez iç-dış mekân ayrımıyla oynuyor. İçerisini dışarısı, dışarısını içerisi kılabiliyor…
Türkiye’deki ilk kişisel sergisi olan ve hem mekâna özgü çalışmalar ürettiği hem de daha önce çalışmaya başladığı temaları taşıdığı Senin beklenmedik karşılaşman, İstanbul Modern’de izleyicisiyle buluşuyor. Sanatsal diline hayranlık duyduğum bu sanatçıya, onun sükûnetini takınmaya çalışarak sorular sordum. 9 Şubat 2025’e dek devam edecek sergiyi kaçırmamanız tavsiyesiyle.
ELİF DASTARLI: İlk sorum sanatın artık nasıl anlaşıldığına ilişkin bir önerme üzerine olacak. Çünkü günümüzde sanatın temel tanımının “diyalog kurmak” bağlamında yapılabileceğine inanıyorum. Bence sizin sanat anlayışınızın da özünde bu yatıyor. İzleyiciyle, mekânla, zamanla... Peki İstanbul serginizde kimlerle ve nasıl bir diyalog kurmak istediniz?
OLAFUR ELIASSON: İzleyici ile sanat işi arasındaki ilişki benim pratiğimin tam merkezinde yer alıyor. Hatta çalışmalarımın ancak izleyici onlarla bir diyaloğa girdiğinde kelimenin tam anlamıyla tamamlandığını düşünüyorum. Çalışmalarımın yaratımında izleyicinin en az benim kadar önemli bir rolü var. Senin beklenmedik karşılaşman’ın İstanbul’da insanlara bir mekândaki varlıklarına ve etkilerine dair daha büyük bir farkındalık kazandıkları bir ortam sunmasını istiyorum. Çalışmaların “hissizleşmeyi ortadan kaldırmaya” yarayacağını ve insanların dünyayı her günkü görme biçimini bozacağını umuyorum. İzleyiciler ışığın, rengin ve biçimin duyularıyla nasıl etkileşime girdiğini daha iyi anlayabilir ve sergiden ayrılırken çevrelerine yeni bir gözle bakabilir, gözlemleri ve katılımları aracılığıyla hep birlikte yarattıkları dünyaya karşı yeni bir duyarlılık geliştirebilirler.
Serginizin adıyla izleyiciyi ne tür bir deneyime davet ediyorsunuz? Siz neye temas ediyorsunuz ve izleyicinin neyle bağ kurmasını umuyorsunuz? Burada “bağ kurmak” hem fiziksel hem de metaforik anlamda düşünülebilir.
Senin beklenmedik karşılaşman adını seçerken izleyiciye sınırsız bir davetiye sunmak, onları merak ve araştırma alanına adım atmaya çağırmak istedim. İzleyicide bir keşif duygusu uyandırmak, sergide burada algılarına meydan okuyan ya da hayal güçlerini harekete geçiren, aşina olmadığı bir şeyler bulabileceğini hissettirmek istedim. Yani buradaki “karşılaşma”, aktif bir katılım ve içe dönüp bakmayı da içeriyor. Sergi sadece sanatı gözlemlemek değil, onunla etkileşime girmekle ilgili; bu da izleyiciyi çalışmanın vazgeçilmez bir parçası haline getiriyor.
Pek çok çalışmanız, özellikle de kapalı mekânlarda gerçekleştirdikleriniz hem mekâna nüfuz ediyor hem bir şekilde sınırlarını zorluyor. Bu dengeyi nasıl kuruyorsunuz? İstanbul Modern’deki serginiz İstanbul’un en karakteristik noktalarından birinde, Boğaz hattında yer alıyor. Bu kez mekândan ne aldınız ve geri ne verdiniz?
İstanbul’da, serginin kentin canlılığını yansıtmasını ve bu canlılıkla etkileşime girmesini istedim – müzeden görülebilen doğal ve kentsel manzarayla bağ kurmasını. Örneğin mekâna özgü bir çalışma olan “Sunset kaleidoscope” (Günbatımı kaleydoskobu, 2005)müzenin içi ile dışı arasında bir köprü kuruyor. Boğaz’a bakan çalışma, izleyiciyi aslında bulundukları mekânı yeniden gözlemleyerek kendilerini ortam içinde konumlandırmaya davet ediyor. Ayrıca serginin tamamında okyanus seyahati ve navigasyonla ilgili güçlü temalar da işleniyor. Su ile ışığın karşılıklı etkileşimini yansıtan unsurları bir araya getirerek ziyaretçilerin çevrelerine yeni bir bakış açısıyla yaklaşmalarını, tanıdık olana farklı gözlerle bakmalarını sağlamalarını hedefledim.
Çalışmalarınızda istediğiniz etkiyi yakalamak için tekrar eden geometrik birim motifleri kullanıyorsunuz. Bunlar biçimsel olarak İslam estetiğini çağrıştırıyor. Ayrıca somut objeden vazgeçiyorsunuz ve İslam estetiği de soyut bir felsefeye dayanıyor. Sizce bu gözlemimde bir doğruluk payı var mı?
Uzun zamandır soyutlamanın gücüne inanıyorum, temsilî olmayan/düz düşünme biçimlerini benimsemek gerektiğini düşünüyorum. Çalışmalarımda özellikle, belirli bir olgunun veya deneyimin neyi temsil ettiğinden ziyade ne yaptığıyla –ne yarattığıyla–ilgileniyorum. Beni İslam sanat ve mimarisinin geometrik motiflerine çeken şey de bu olabilir sanırım. Elbette motifler, simetriler ve ileri geometriyle çalıştığınızda bu gelenekten etkilenmemiş olmanız mümkün değil.
Bu serginin ve İstanbul’la olan ilişkinizin gelecekteki projelerinize etkisi olacağını düşünüyor musunuz?
Evet, elbette. Bu sergi şehrin zenginliği ve insanlarının coşkusuyla daha yakın bir ilişki kurabilmeme vesile olduğu için minnettarım. İstanbul'da çalışmalarımı ilk kez yaklaşık 30 yıl önce, 1997 yılındaki 5. Uluslararası İstanbul Bienali kapsamında sergilemiştim ve geri dönmek harika bir his. İstanbul farklı kültürler, tarihler ve coğrafyalar arasında yer alan bir şehir. Şehrin kentsel ve doğal ortamlarındaki ışık, mekân ve doğal unsurların karşılıklı etkileşiminin üstümde kalıcı bir etkisi oldu.
Son olarak, stüdyonuzdaki üretim süreci hakkında biraz detay verebilirseniz çok mutlu olurum. Nasıl bir araştırma ve üretim modeli kurduğunuzu kısaca anlatabilir misiniz?
Hep söylerim, en iyi sohbet esnasında düşünebiliyorum; bu nedenle yaratma sürecimin çeşitli aşamaları için sohbet edebileceğim doğru kişileri bulmak benim için hep önemli olmuştur. Stüdyo sürecim araştırma, deney yapma ve işbirliğinin çeşitli karışımlarından oluşuyor; ayrıca idari işlerle ilgilenmek veya stüdyoda çalışanlara sağlıklı, güzel yemekler sağlamak gibi, daha ucu açık keşifleri destekleyen günlük görevler de içeriyor. Stüdyomun temelde bir bağlantı ruhuyla ilerlediğine inanmak istiyorum. Bu işbirlikçi yaklaşım, Senin beklenmedik karşılaşman’da yer alan yeni bir çalışma olan “Model for your circular city” de (Senin dairesel kentin için maket, 2024)dahil olmak üzere birçok işimde görülebilir. Bu çalışma, sanat veya mimari projeler için stüdyomda hazırlık çalışmaları olarak inşa edilen prototipler ve geometrik deneylerin bir seçkisini sunuyor. Modeller, bazı açılardan benim sanat pratiğimin merkezinde yer alan heykelsi araştırmaların bir kaydını biçimlendiriyor.
• Olafur Eliasson, Senin beklenmedik karşılaşman, 9 Şubat 2025’e kadar İstanbul Modern’de görülebilir.