Christian Dior’un Paris’teki gözde mağazalarındaki seramiklerinden Yves Saint Laurent’le projelere, yüksek modanın güçlü isimleriyle yaptığı işbirlikleriyle öne çıkan Gorbon Seramik, İstanbul’un tarihî ve kültürel zenginliklerine de katkı sağlama amacıyla hareket eden köklü bir marka. Gorbon Seramik’in CEO’su Orhan Gorbon aynı zamanda 2002 yılından beri Bosphorus Cup’ı düzenliyor. İstanbul Boğazı’nın eşi benzeri olmayan coğrafyasından ilham alan Bosphorus Cup’ın 23. Edisyonu vesilesiyle bir araya geldiğimiz Gorbon’la Gorbon Seramik’in kültürel mirasa katkılarını ve Bosphorus Cup’ın sanatçı rezidansı projesini konuştuk.
TANT: Bosphorus Cup yarışını ilk kez 2002’de düzenlediniz. Yarışın hikâyesinden bahsedebilir misiniz?
ORHAN GORBON: Yelken konusunda ben biraz şanslıydım, ben daha doğmadan 40 sene önce rahmetli büyükbabam Rebii Gorbon Moda’da yelkenle ilgileniyormuş. Bu sevgi daha sonra ailenin bütün fertlerine yayılmış, babam ve amcam da gençken yelkenle ilgilenmiş, hatta sonrasında tekne tasarımı ve imalatına da geçmişler. Ben de altı-yedi yaşlarında tekneye ayak basmaya başladım. Yurtdışındaki birçok özel yarışa katıldım ve etkinlikleri gözlemledim. Türkiye’de de çok yüksek kaliteli bir yelken yarışı olmalı, diye düşündüm. İstanbul yelken sporu için çok özel bir yer; İstanbul Boğazı daha da özel. Bütün dünyanın takip ettiği çok özel bir proje yapmayı amaçladım ve 23 sene önce ilk adımı attık.
Bu yarışın temelinde yatan düşünce, sadece bir yelken yarışı düzenlemek değil, aynı zamanda İstanbul’un iki kıtayı birleştiren bu benzersiz coğrafyasını uluslararası arenada tanıtmak ve yelkencilik kültürünü daha da yaygınlaştırmaktı.
Yelken, benim için her zaman bir özgürlük simgesi olmuştur. Denize açıldığınızda, rüzgârın yönünü takip ederken hem doğanın hem de kendinizin sınırlarını keşfetme fırsatı bulursunuz. Bu özgürlük ve keşif arzusunu Bosphorus Cup’a taşımak istedim. Yarış, sadece bir spor etkinliği değil, aynı zamanda bir yaşam tarzı, bir felsefe olarak yelkenciliğin ve denizin getirdiği huzuru, mücadeleyi ve başarıyı paylaşmak için bir platform oldu.
İstanbul Boğazı gibi tarihi ve kültürel zenginliklerle dolu bir yerde yelken yapmak özel bir deneyim. Bosphorus Cup’ın ilk düzenlendiği günden bu yana, yarış her yıl biraz daha büyüdü ve gelişti. Başlangıçta küçük bir grup yelkencinin katılımıyla yola çıktık ama zamanla uluslararası bir boyuta ulaştık. Bugün Bosphorus Cup sadece Türkiye’den değil, dünyanın dört bir yanından yelkencilerin ilgisini çekiyor ve bu yarışta yer almak, birçok denizcinin hayali haline geldi.
Bosphorus Cup’ın İstanbul’un kültürel ve turistik hayatına nasıl bir katkı sağladığını düşünüyorsunuz?
İstanbul’da, şehrin tam ortasında sadece rüzgâr gücüyle hareket eden vasıtaların yarıştığı bir gün tabii ki çok özel. Yabancı misafirler buna çok değer veriyorlar. Normalde yüz binlerce arabanın yolları meşgul ettiği bir şehirde manzara bir anda değişiyor, rengârenk yelkenler, tertemiz bir gün.
İstanbul’un imajına dev bir katkı yaptığımızı düşünüyorum. Ayrıca 23 yıl sürmesi de bir güven gösterisi gibi oldu. İstanbul Boğazı zaten dünyanın en ikonik su yollarından biri. Boğazın iki yakasında gerçekleşen bu yarış, İstanbul’un doğal güzelliklerini ve tarihini denizcilik sporuyla birleştirerek, şehri daha da cazip hale getiriyor.
Bosphorus Cup her yıl sadece Türkiye’den değil, dünyanın dört bir yanından yelkencileri ve deniz tutkunlarını İstanbul’a çekiyor. Bu şehrin turistik potansiyelini artırıyor ve uluslararası düzeyde tanıtılmasına büyük katkı sağlıyor. Yarış sırasında İstanbul Boğazı, yerli ve yabancı ziyaretçiler için adeta bir görsel şölen sunuyor. Yarışın düzenlendiği dönemde İstanbul’un otelleri, restoranları ve diğer turistik işletmeleri hareketleniyor. Yarışın yarattığı ilgi sadece deniz tutkunlarıyla sınırlı kalmıyor, aynı zamanda genel turizm sektörüne de canlılık getiriyor. Yabancı ziyaretçiler bu özel yarışın bir parçası olmak için İstanbul’a geldiklerinde şehrin diğer turistik cazibe merkezlerini de keşfetme fırsatı buluyorlar. Bu da İstanbul’un genel turizm gelirlerine olumlu bir katkı sağlıyor.
Kültürel açıdan bakıldığında da Bosphorus Cup, İstanbul’un denizcilik mirasını yaşatıyor ve gelecek nesillere aktarıyor. Bu etkinlik aynı zamanda şehrin kültürel zenginliklerini ve çokkatmanlı tarihini ön plana çıkarıyor. İstanbul yüzyıllar boyunca deniz ticaretinin merkezi olmuş bir şehir olarak denizle iç içe bir kültüre sahip. Bosphorus Cup bu kültürü yeniden canlandırıyor ve İstanbul halkını, özellikle de gençleri yelkenciliğe teşvik ediyor. Dünya markası arayan ülkemize güzel bir hediye oldu Bosphorus Cup.
Bosphorus Cup’ın yanı sıra Gorbon Seramik ve sanata olan ilginizle de tanıyoruz sizi. Gorbon Seramik’in kültür-sanat alanındaki çalışmalarından bahsedebilir misiniz?
Evet, ailedeki seramik sevgisi büyükbabam Prof. Dr. Rebii Gorbon’la başladı. Ben de kapanmış olan Gorbon operasyonlarını tekrar başlattım. Seramik çok kutsal bir sanat, özellikle toprak altından çıkan ve seramiklere yön veren mineraller çok heyecan verici. Gorbon markasını daha da büyütmek ve gelecek nesillere bırakmak için çalışıyoruz. Bu sıralar dünyanın en önemli mimarlarıyla çalışıyoruz ve çok özel duvar karoları yapıyoruz.
Gorbon Seramik’in tasarım ve üretim süreçlerinde hangi sanatsal ve kültürel unsurlar ön planda? Son yıllarda uluslararası birçok markanın vitrinlerini Gorbon Seramik tasarlıyor. Bu çalışmalarınızdan biraz bahsedebilir misiniz? Gelecekte ne gibi projeleriniz var?
Evet, el yapımı çok özel seramikler yapıyoruz. 2022 yılı sonunda Christian Dior’un Paris’teki en önemli mağazasının seramiklerini yaptık. Şu anda da Yves Saint Laurent’ın tüm dünyadaki mağazalarına çok özel bir seramik dolap yapıyoruz. Bunun dışında da birçok özel markayla çalışıyoruz. Dünyanın en önemli tasarımcı ve mimarlarına çok özel bir hizmet sunmak hedefimiz. Yaratıcılıkta limit yok ama her şeyin zamanında ve doğru olması, mimarlarla sağlıklı bir iletişim kurulması, bu gibi konulara çok önem veriyor, buralarda çok yatırım yapıyor ve iyi neticeler alıyoruz. Küçük bir mağazadan bir havalimanına kadar ya da bir cami kubbesinden bir yüzme havuzuna kadar bir çok mimari yapıda yer alıyoruz. Çok zevkli bir süreç, çok keyif alıyoruz.
Bosphorus Cup esnasında bu yıl ilk kez bir Art Bosphorus sanatçı rezidansı programı gerçekleştiriyorsunuz. Bu programın doğuşunu anlatabilir misiniz?
Daha önce bahsettiğim gibi, Bosphorus Cup’la İstanbul’a değer katmak gibi bir hedefimiz var ve bunu yapıyoruz. Her sene bir yenilik yapıyoruz. Bu sene de sporun yanına sanatı da koymak istedik.
Sanatçı rezidans programına, Atina’dan tanıdığımız çok değerli bir sanatçı, Natalia Astraea öncülük etti. Her sene bazı sanatçıları davet ediyoruz, Bosphorus Cup’ı yerinde görüyorlar, sonra yıl boyu bazı eserler yaratıyorlar.
Genel tema İstanbul, boğaz, tabiat ve yelken oluyor. Örneğin yelkenli tekneler ile minareler gibi, çok özel fikirler var. Sanat dünyasına da ölümsüz eserler bırakmak istiyoruz.
Bu sene de sekiz sanatçı Bosphorus Cup’da bulunacak. Spor ve sanatı beraber yaşatan bir dünya kuruyoruz.
Son olarak yerli ve uluslararası sanat ve tasarım etkinliklerinden hangilerini takip ediyorsunuz? Fuarlara ve bienallere katılıyor musunuz?
Paris’e çok sık gidiyoruz, orada hem fuarlara katılıyoruz hem de müşterilerimiz var. Ayrıca bu sene Arap Tasarım Ödüllerine sponsor olduk, Arap Dünyası Enstitüsü (Institut du Monde Arabe, kısaca IMA) bünyesinde çok güzel bir proje, orada yer alıyoruz. Bunlar dışında Venedik Bienali’ne fırsat buldukça gidiyorum. İstanbul’da da Contemporary Istanbul çok sevdiğim ve takdir ettiğim bir organizasyon.