“Falanca sergiyi gördünüz mü?”
“Hayır, henüz görmedim. Ne zaman kapanıyor?”
“Pazar günü.”
“Tüh! Kaçıracağım demek ki.”
Bu konuşmayı kaç kez yaptınız? Kendi adıma konuşacak olursam, ben sayısını unuttum. Son yirmi yılda sanat dünyası çarpıcı bir şekilde genişledi. Müze programları da bununla birlikte balon gibi büyüdü. Daha fazla sergi. Daha fazla kamusal program. Daha fazla satın alım. Daha fazla, daha fazla, daha fazla.
Ancak son yıllarda, belki de izleyiciler farkına bile varmadan, bazı kurumlar alışılmışın dışına çıkmaya başladı. Personel tükenmişlik yaşadıkça, nakliye ve depolama her zamankinden daha maliyetli hale geldikçe ve liderler çevresel açıdan daha sürdürülebilir uygulamaları benimseme baskısıyla karşılaştıkça, müzeler uzun süredir korudukları sektör standartlarını sorguluyor. Hazırlanması üç yıl süren bir sergi neden sadece üç ay sonra kapatılsın? Küratöryel ekip aslında sadece iki tanesini isterken, bir bağışçıdan 500 eser satın almaya, depolamaya ve korumaya değer mi? Bazı uzmanlara göre belki de daha yavaş bir müze modelini benimsemenin zamanı geldi.
Yavaşlama pandemi öncesine dayanıyor
Covid-19 salgını çağdaş yaşamın çılgın temposuyla kültür çapında bir hesaplaşmaya yol açarken, bazı müzeler daha dünya karantinaya girmeden ayağını gazdan çekmeye başladı. Örneğin New York'taki Solomon R. Guggenheim Müzesi 2013 yılında 12 sergi açtı; beş yıl sonra bu sayı yarıya düştü. Guggenheim'ın müdür yardımcısı ve baş küratörü Naomi Beckwith, 2021'de kuruma geldiğinde "yavaşlama gerçekleşmişti, bunu kodlamak istedim" diyor.
Daha ileriye baktığımızda Beckwith, müzenin geniş rotandasında üç yerine iki sergi düzenleyerek, programı daha da daraltmayı planlıyor. Ayrıca daha küçük galerilere “halka açık olmayacak araştırma ve özel sunum” lara sahip sergiler serpiştirmeyi düşünüyor.
Guggenheim için, hitap edilen kitle çoğunlukla turist ve bu pratik bir strateji. Beckwith, “Ziyaret paterni sergi açılışlarına göre oluşmuyor, daha çok mevsimsel” diyor. Başka bir deyişle, müze için kış ve yaz tatili gibi yoğunluğun zirve yaptığı zaman aralıklarında en iyi performansı sergilemesi, sergileri devamlı değiştirmekten çok daha önemli.
Bu hesap Pittsburgh’daki Carnegie Museum of Art gibi turizme daha az bel bağlayan kurumlar için biraz daha farklı. Müzenin direktörü Eric Crosby, Carnegie’de çalıştığı 2015 ve 2020 arası dönemde yıllık on sergi düzenlendiğini; geçen yıl ise bu sayının altı olduğunu söylüyor. Artık her serginin “açılışından kapanışına kadar derinlemesine planlandığını," belirtiyor. Bu da daha fazla docent turu, aile atölyeleri ve personel için profesyonel gelişim fırsatı anlamına geliyor. Crosby bu yaklaşımın hitap edilen yerel kitleye, hızla değişen bir sergi programı kadar, hatta daha fazla, cazip geleceğini düşünüyor.
Crosby, "Toplumla etkileşimimize, toplumu desteklemek için her zaman var olan bir varlık olarak koleksiyona, sanatçılarla daha uzun vadeli görüşmelere ve daha derin sanat tarihi araştırmalarına yeniden yatırım yapmaya karar verdik,” diyor. “Bu aynı zamanda ziyaretçileri de geri getiriyor. Bu sadece yeni olanın peşinde koşmak değil.”
Crosby de satın almalar konusunda benzer bir az olan çoktur yaklaşımına sahip. “Müze işleyebileceğinden, araştırabileceğinden ve sunabileceğinden daha fazlasını ediniyordu,” diyor ve ekliyor, “bunun büyük ölçüdeki nedeni, küratörlerin bağımsız olarak çalışmasıydı.” Onun liderliğinde, küratörlerin koleksiyon önceliklerini bir grup olarak belirlemeleri gerekiyor. Bunun “süreci yavaşlattığını” ama aynı zamanda “kolektif olduğu için daha akıllıca ve daha derin” hale getirdiğini söylüyor.
Toplama hızını modare etmek
New York’taki Whitney Museum of American Art’ın yeni baş küratörü Kim Conaty de koleksiyonculuk hızının modare edilmesine dair arzusunu açığa vurdu. Nisan’da New York Times’a “hediyeler bedava değil” diyerek, sanat eserlerinin saklanması ve korunmasına maliyetine atıfta bulundu. “Koleksiyonu nasıl oluşturduğumuz konusunda son derece bilinçli davranıyoruz.” (The Whitney çoktan sergi düzenleme hızını azalttı. Genişletilmiş Meatpacking District bölgesindeki evine taşındıktan bir yıl sonra, 2016’da, 22 sergi düzenlediler, geçen yıl ise 13.)
Sektör genelindeki yavaşlamanın sürdürülebilir olması için müzelerin, patronları ve vakıfları, standart operasyonların da gösterişli, halka dönük projeler kadar finanse edilmeye değer olduğuna ikna etmesi gerekiyor. Mellon Vakfı’nda program sorumlusu olarn Deana Haggag, New York’ta gerçekleşen Talking Galleries sempozyumunda, “Tüm fon sağlayıcıların insanlara arkalarında bir rüzgar yaratmaları ve ille de bir sergi ya da satın alma için fon sağlamaları değil, ‘Size kaynak sunuyorum, çünkü bize rehberlik etmek için benzersiz bir konuma sahip olduğunuza ve ihtiyacınız olan şeyin esnek fonlama olduğuna inanıyorum' demeleri gerekiyor,” dedi.
Tabii ki, yavaş-müze modeli herkesi tatmin etmeyecek. Küratörler bir sergiyi takvime alabilmek için beş ya da daha fazla yıl bekleyeceklerinden mutsuz olabilirler. Sanatçılar daha az sergi fırsatına sahip olacağı için içerleyebilir. Koleksiyoncular, müzelerin sanat bağışlarını eskisi kadar istekle kabul etmemesinden dolayı rahatsız olabilir. Kayıt memurları ve sanat idarecileri işlerinin azalacağı veya kesileceğine dair endişeye kapılabilirler.
Bunlar kayda değer endişeler. Ancak bir alanda daha az şey yapmak, başka bir alanda daha fazla şey yapma fırsatı da yaratıyor. Eğer ödünç/kredi işlemlerini yapmıyorlarsa, kayıt memurları koleksiyonları daha detaylı inceleyebilir veya veri toplama uygulamalarını zenginleştirebilir. Müzeler, sanatçı, küratör ve halkı daha anlamlı bağlamlarda bir araya getirebilir. (Koleksiyonerler ve hamiler bu değişimden en az fayda sağlayanlar–ancak belki de kendi satın alımları konusunda daha bilinçli olmaya teşvik edileceklerdir).
Crosby, “Daha az sergi yapıyor olmamız, işlerin daha yavaş olduğu anlamına gelmiyor,” diyor. “Müze çalışanları bant genişliklerini doldurma eğiliminde. Bu sadece bir dizi yangın tatbikatı yerine daha fazla seçenek sunuyor.”