Bu ay itibarıyla Birinci Dünya Savaşı sonrası ilişkilerini yeniden geliştirmek isteyen Türkiye ve Almanya arasında imzalanan Dostluk Antlaşması’nın üzerinden 100 yıl geçti. Bugün Türkiye kökenliler, Almanya’daki en yoğun azınlık; aynı zamanda Almanya, Türkiye’den en yoğun göç alan ülke. 8-9 Mart tarihlerinde Köln’de düzenlenen ve çeşitliliği kutlayan edebiyat festivali lit.pop’a, Türkiye kökenli ve Alman topluluklar arasındaki kültürel etkileşim açısından bakıyoruz.
Biri Almanya’da, diğeri Köln’ün de içinde bulunduğu Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde ikamet eden sanatçıları İstanbul’da ağırlamak üzere düzenlenen iki önemli konuk sanatçı programı mevcut; Türkiye’deki sanatçılar içinse özel bir program bulunmuyor. Oysa etkileşim, ancak iki taraflıysa anlamlı olur. Ancak günümüzde yurtdışına seyahatin, ekonomik nedenler başta olmak üzere gitgide zorlaştığı ve içe kapandığımız bir zamandayız. Türkiye ve Almanya arasında kültür-sanat alanında karşılaşmalar için bir proje alanı olan istanbulberlin ekibi olarak, Köln’ün sanatçı atölyelerine ev sahipliği yapan “Quartier am Hafen” ile Türkiye’den yazarların Köln’de ağırlanacağı, “Seyir Quartier” isimli bir konuk sanatçı programı hazırlıyoruz. Bu programda işbirliği geliştirebileceğimiz kurum ve kişilerle bir araya gelmek, fikir alışverişinde bulunmak amacıyla lit.pop’ta bir buluşma düzenlemek için Köln’e gittik.
Adını edebiyat ve popüler kültürden alan ve farklı söylemleri programına taşıyan lit.pop, “festival içinde festival” olarak tanımlanabilir. lit.pop, 2001’den beri, her yıl 200’ün üzerinde etkinliğiyle Avrupa’nın en büyük edebiyat festivallerinden lit.COLOGNE’un bünyesinde düzenleniyor. Ancak hitap ettiği kitle, formatı, konuk ettiği yazarların çeşitliliği, film gösterimleri ve partilerle zenginleşen programıyla lit.COLOGNE’dan epey farklılaşıyor. Programın 18 katılımcısı içinde iki de Türkiye kökenli yazar olan Necati Öziri ve Fatma Aydemir bulunuyor.
Edebiyat eleştirmeni, editör, festivalin iki etkinliğinin moderatörü Miryam Schellbach, kitap tanıtımlarının katılımı yüksek ve canlı geçtiğini; ancak iki sahne yaratmanın neden gerektiğini anlamadığını belirterek bu formata dair bir soru gündeme getiriyor. “Neden bazı yazarlar lit.COLOGNE, diğerleri lit.pop sahnesinde yer alıyor?” Diğer sahnede yer alamazlar mıydı, böyle bir ayrım yapmak gerekli miydi? Festival katılımcılarından Melis de benzer bir konuya değiniyor: “Tek bir alan açılıyor o da kimlikle ilgili: Alman mısın, değil misin? Ancak konu yalnızca kimlikle ilgili değil, ben bu sesleri her yerde duymak isterim.”
Bu sene lit.pop’un ikinci yılı. Festival öncesinde görüşüp bir önceki sene üzerine sohbet etme fırsatı bulduğumuz Köln Edebiyat Evi’nin yöneticisi Bettina Fischer, “festivalin çok ilginç temalara değinen ilk yılki programının gençlere ulaşmayı başardığı”nı aktarıyor. Almanya’da genellikle genç olmayan bir kitlenin takip ettiği “oturulup, okuma dinlendikten sonra eve dönülen ve sonra üzerine düşünülen” edebiyat etkinliklerinin aksine lit.pop’ta seyirci etkileşimi oldukça fazla. lit.pop fikrini ortaya atan iki organizatörden biri olan Luisa Ringel de, “hedeflerinin tam da daha katılımcı bir genç kitleye hitap etmek olduğu”ndan bahsediyor.
Yazarların metinlerine hayat vermesini dinlemekten çok keyif aldığını belirten bir katılımcı olan Jana Schröder’in ise yazarlar ile moderatörlerin etkileşimine dair bir eleştirisi oluyor: “Bir tartışma ortamı yoktu, daha ziyade kendini iyi hissetmekle ilgili bir hava yaratılmıştı. Moderatörler sorularıyla yazarları zorlamaktan ziyade yazarların bakış açılarını onaylıyorlardı. Daha fazla karşıt görüş ve yüzleşme olsaydı, belki izleyici daha fazla düşünmeye sevk edilebilirdi.” Melis, Schröder’e katılıyor ve “festivalin bu harmoni yüzünden potansiyelini gerçekleştiremediği”ni söyleyip ekliyor: “Genç ötekilerin, yani biraz siyasi olanların, feministlerin ya da siyahların bir araya geldiği ortamlarda toplum farazi bir ortak düşman şeklinde ele alınıyor ve karşısında birlik kuruluyor. Ancak bu kolaya kaçan bir eleştiri olmaktan öteye gidemiyor.”
Almanya’da bugünlerde tartışmaya kapalı bir konu varsa o da İsrail-Filistin meselesi. “Antisemitizme Karşı” başlıklı bir etkinlikle açılan lit.COLOGNE’un direktörü Rainer Osnowski, Alman Haber Ajansı’na verdiği demeçte, “Kültür fanusunun özellikle sözde solcu geçinenler arasındaki tek taraflı Filistin yandaşı açıklamalarının cehaletini dayanılmaz buluyorum,” sözleriyle festivalin devlet söylemiyle örtüşen tarafını belli ediyor. Öte yandan lit.pop adına Ringel, “bir tarafın haklı ya da haksız olduğunu söylemenin kendilerine düşmediğini düşündüklerini ve bu konuları sahnede konuşmamaya karar verdiklerini” aktarıyor.
“En ilginç kitapları göçmen kökenli genç yazarlar yazıyor”
Bu sene içinde iki Türkiye kökenli yazar Dinçer Güçyeter ve Deniz Utlu’nun yanı sıra Orhan Pamuk’u da Edebiyat Evi’nde ağırlayan Fischer, “Şu anda en ilginç kitaplar, göçmen kökenli genç yazarlardan ya da başka kültürel çeşitliliğe sahip kişilerin kaleminden çıkıyor,” diyor.
Schellbach da göçmen hikâyelerine ilginin arttığı bir dönemde bulunduğumuza katılıyor ve “bazılarının bunu bir trend olarak gördüğünü, bu trendin ters tepebileceğinden korkulduğunu” belirtiyor. “Alman kimliği yeniden keşfediliyor, hem de daha iyi bir şekilde. Türk ve Alman topluluklar tarihî açıdan birbirine bağlı ve Almanya’da bu bağ, yeni bir dalga halinde, tekrar fark ediliyor olabilir.” Yoğunlaşan ilgi konusunda Ringel de hemfikir: “Onlara yerlerini teslim etmekte çok geç kaldık. Şu anda Almanya’da sağ yükseliyor ama diğer taraftan buna karşı tepkiler ve eylemlilik de artıyor. Kültür sanat alanında bu tepkilerin yansımalarını görebiliyoruz.”
Fischer bu ilginin aynı zamanda üçüncü kuşak yazarların kendilerini ifade etmekte farklı koşullara sahip olmasına bağlıyor: “Şimdi hem yazarlar daha farklı bir özgüvene sahip hem de bugünkü atmosfer daha farklı.”
Almanya’daki yayıncılık çok beyaz
Yazarların içinde bulundukları atmosfer, yayıncılık dünyasının ahvalinden bağımsız düşünülemez. Yazın hayatında çeşitliliği durumunu anlamak için, yayıncılıktaki çeşitliliğin durumu bize ipuçları verebilir. Schellbach’a göre: “Almanya’daki yayıncılığın beyazlığına dair çok eleştiri var. Çünkü yayıncılıkta bir iş edinmek çok zor, ilk adımları atmadan önce uzun süre, muhtemelen dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ücretsiz çalışmak gerekiyor. Bunun öncelikle adil olmadığı için değişmesi gerek. Ayrıca edebiyatta birçok perspektif ve yaşam tarzı temsil edilmiyor. Bu da edebî üretimi fakirleştiriyor, daha az ilginç kılıyor.”
Schröder de “festivalin çeşitlilik konusundaki duyarlılığının seyircinin çeşitliliğine yansımadığı”nı söylüyor ve benzer nedenlerden bahsediyor: “İzleyiciler gerçekten çok beyazdı çünkü biletler kesinlikle çok pahalıydı. Birçok insan bu yüzden burada bulunamadı.” Almanca “karşılıksız yazma sanatı” diye bir tabir olduğundan bahsediyor: Yazarlık ilk elde para kazanmakla ilişkilendirilmiyor. “Asıl soru genç insanları bu alanları talep etmeye hakları olduğuna dair ve seslerine bir sahne bulabilecekleri konusunda nasıl destekleyebileceğimizle ilgili.”
Farklı kültürlerin bir arada yaşadığı, birbirine karıştığı ve dönüştüğü alanlarda, birbirini merak etme, empati ve anlayış için edebiyatın bir alan açabileceğine inanıyoruz; ancak edebiyatın bunu yapabilmesi için bazı engelleri aşması gerekiyor. Örneğin Almanya’da Türkiye kökenli yazarlara tüm sahnelerin açık olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu kitaplar farklı kitlelere ulaşıyor mu? Bu kültürel etkileşim Türkiye’de yankı buluyor mu ya da bu yazarların kitapları Türkiye’de okurlara ulaşıyor mu? Almanya’da Türkçeden çeviriler ne kadar okunuyor?
Bu soruların yanıtları bizi daha gidilecek uzun bir yol olduğu sonucuna götürse de yayıncılık sektörünün dünyada, içinde bulunduğu durgunluk göz önünde bulundurulduğunda, festivalin biletlerinin haftalar önceden tükenmesi umut vaat ediyor. Genç okurlara hitap etmeyi başaran ve sahneyi farklı seslere açan lit.pop’un varlığının kendisi bile, son yıllarda kat edilen büyük mesafelerin kanıtı.