Bilim insanları, sera gazı emisyonunun küresel ölçekte artmaya devam etmesi nedeniyle 2023’ün, kaydedilen en sıcak yıl olacağı yönünde tahminlerde bulunuyor. Kuveytli sanatçı Monira Al Qadiri’nin Dubai’de sergilediği yeni eseri, ilhamını bu endişe verici gerçekten alıyor. Eserin sergilenmesi (30 Kasım-12 Aralık) Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) en kalabalık şehrinde gerçekleşen yıllık Birleşmiş Milletler (BM) iklim görüşmelerine denk geldi. Görüşmelerin başlamasından kısa bir süre önce, son derece şiddetli yağışlar sonucunda şehirde sel felaketi yaşanmıştı.
Al Qadiri’nin “Benzene Float” (Benzen Dubası) adlı eseri, petro kimyasal bileşiklerin şeklinin verildiği, çok büyük boyutlardaki beş adet şişme heykelden oluşuyor. Festival geçitlerinde bulunan, dekoratif dubaları anımsatacak şekilde tasarlanmış, sarsıcı pembeler ve mavilerle temsil edilen yanar döner eserler tavana asılı duruyorlar.
“Bu moleküllerin hayatımızı yönetmesi ve buna rağmen onları hiç görmememiz bana ilginç geliyor,” diyen Al Qadiri, ekliyor: “Neredeyse hayatımızın arka planındaki sihirli bir iksir gibiler. Görünmez olduklarından dünya üzerindeki etkilerinin boyutunu göstermek için onları hiper-görsel formlara dönüştürmek istedim. Büyük oldukları için galeriye girdiğinizde neredeyse boğucu bir his uyandırıyorlar.”
Al Qadiri, petrokimya moleküllerini görünür kılmanın, petrokimya endüstrisinin eylemlerine odaklanmanın bir yolu olduğunu söylüyor. Al Qadiri, sektörün hükümetler nezdinde gizli lobi faaliyetleri yürüttüğünü ve küresel politikaları etkileyerek eylemleri yavaşlattığını da belirtiyor. Bu yılki iklim zirvesi COP28 (Taraflar Konferansı) Dubai’de düzenlendi ve BAE’nin Sanayi Bakanı –aynı zamanda BAE’nin devlete ait petrol şirketi ADNOC’un (Abu Dhabi National Oil Company) genel müdürlüğünü de yürüten– Sultan Ahmed El Cebir tarafından yönetildi. Petrol sektöründeki bir yöneticinin iklim değişikliğiyle mücadele amacıyla düzenlenen bir zirveyi yönetmesi epey tartışmaya yol açtı. El Cebir’in, fosil yakıtların aşamalı olarak kullanımdan kaldırılması için bir tarih belirlenmesi çağrılarına karşı çıkmasıysa tartışma konularından sadece biri.
Al Qadiri, COP28’de, fosil yakıtların aşamalı olarak bırakılacağı bir tarihin kararlaştırılmasını umduğunu söylüyor. “İklim değişikliği Körfez ülkelerinde her zaman tartışmalı bir konu olmuştur,” diyor. “Kimse bu konuda konuşmak istemiyor. Ancak BM görüşmelerinin burada yapılmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bunlar konuşulmalı.”
Sanatçı, iklim değişikliğinin somut gerçeklerinin insanları konuşmaya zorladığını da söylüyor: “Körfez bölgesindeki insanlar farklı gelecekler hayal etmeye biraz daha açıklar çünkü buranın artık gerçekten yaşanabilir olduğundan emin değilim, Kuveyt’te dünyadaki en yüksek sıcaklıklardan bazıları kaydedildi.”
Al Qadiri’nin petrole duyduğu merak, kendi deyimiyle “bu maddeyle olan biyografik ilişkisi”nden kaynaklanıyor. Senegal’de doğmuş, Kuveyt’te büyümüş ve daha sonra Japonya’da eğitim almış (ki bu da çalışmalarının renkli estetiğine ilham veriyor), Qadiri şimdilerde Berlin’de yaşıyor. “1991’de Körfez Savaşı’nı yaşadım,” diyor. “Her yerde yanan petrolü ilk kez o zaman gördüm. Petrol iki yıl boyunca yandı ve gerçekten de ülkenin her köşesini kirletti. Hava, kara ve deniz zehirli; her yer de büyük bir kirlilik altındaydı.”Sanatçı, Kuveyt’te sıcaklıkların dayanılmaz olduğunu ve pek çok insanın artık nadiren dışarı çıktığını söylüyor: “Gelecekteki bir ülkede, iklim çöküşü sonrasını yaşıyor gibiyiz.”
“Benzene Float”a Japoncada “halat” anlamına gelen “Nawa” (2023) adlı bir başka çalışma eşlik etti. “Nawa”da petrol sondajında kullanılan metal kabloları, iki boyutlu şekil vererek kesip 50 parçaya ayırarak açmış çiçeklere benzeten Al Qadiri, eserinin neşe ve karanlığı birleştirdiğini söylüyor: “Çalışmalarım aynı zamanda zenginliğin baştan çıkarıcılığı hakkında. Zenginlik içinde bir zehir barındırıyor, Cennet Bahçesi’ndeki zehirli elma gibi.”
COP28’e katılanlar her iki seriyi de Dubai’nin finans bölgesindeki 1 milyon metrekarelik ofis ve perakende satış kompleksi ICD Brookfield Place’te (3 Ocak’a kadar) görebilirler. 53 katlı bina bir dizi sürdürülebilirlik özelliğine sahip. İnşaat atıklarının yüzde 87’sini geri dönüştürüyor ve klima sisteminden gelen nemi yeniden kullanarak çevredeki araziyi sulayan bir sistem içeriyor. Binanın 2030 yılına kadar net sıfıra ulaşması planlanıyor. Kompleksin sanat ve etkinlik sorumlusu Malak Abu-Qaoud şunları söyledi: “Sürdürülebilirlik DNA’mızın büyük bir parçası. Bu yüzden COP28 için bu eseri sipariş ettik; gerçekten etkili bir şey olsun istedik.”
Londra’nın 2030 net sıfır hedefi
Sanat binalarının karbondan arındırılması konusu, Birleşik Krallık’ta hazırlanan yeni bir raporun da odak noktası. Rapor, başkentin 2030 net sıfır hedefine ulaşabilmesi için Londra’daki birçok mekânın elektrikli ısı pompalarıyla yeniden donatılması gerektiğini ortaya koydu. Isı pompaları havada veya toprakta depolanan enerjiyi ısıya dönüştürüyor ve çok soğuk koşullarda bile etkili oldukları kanıtlanmış bu sistemler İskandinavya’da yaygın olarak kullanılıyor. Community Energy London tarafından yapılan araştırmaya göre Büyük Londra’da 14.667 sanat ve kamu binası bulunuyor. Isıtma talebinin yüzde 20’si müzeler, galeriler ve kütüphanelerden geliyor. Kültür kurumlarının ısı pompası kullanmaya başlaması, sektör genelinde karbon emisyonlarının azaltılması üzerinde önemli bir etki yaratabilir.
Raporun başyazarı Dave Powis, “düşük ve yavaş” ısı sağlayarak sabit bir sıcaklığı koruyabilen ısı pompalarının özellikle galeriler ve müzeler için çok uygun olduğunu söylüyor. “Londra’nın kamu binalarında ısı pompaları kullanımının hızlandırılmasına ihtiyaç var,” diyor. “Bu binalar hiçbir yere gitmiyor. Hedef olarak belirlenen 2030’a kadar bu binaların büyük çoğunluğunun ısınma sistemlerini karbondan arındırmak için tek yol ısı pompaları.”
Birleşik Krallık hükümeti kısa süre önce konutlarda ısı pompası kurulumları için verilen hibeyi 7.500 sterline çıkarmayı kabul etti, diğer binalar için daha fazla adım atılmasını isteyen Powis sözlerine şöyle devam ediyor: “Çeşitli toplum kuruluşları ısı pompası yenilemeleri yapmaya başlıyor; ancak kültür sektöründeki kamu binalarında ısı pompalarının büyük ölçekli dağıtımına yardımcı olacak politikalar veya destek mekanizmaları halen mevcut değil.”
COP28 öncesinde müze liderleri Tate Modern’de ilk “Museum COP”larını düzenleyerek iklim değişikliği konusunda kolektif eylemde bulunma taahhüdü verdiler. Müze liderleri yaptıkları açıklamada “iklim ve biyoçeşitlilik krizi hakkında konuşma sorumluluğu” hissettiklerini ifade ettiler. 2016 yılından bu yana aralarında Tate, İskoçya Ulusal Müzeleri ve Ulusal Portre Galerisi’nin de bulunduğu, Birleşik Krallık’ın önde gelen 16 kültür kuruluşu fosil yakıt fonlarıyla bağlarını kopardı.
Çare Tracey
British Museum’un ihtiyar heyeti sıkı durmalı. Tracey Emin müzenin Mütevelli Heyeti’ne katılmak üzere... Emin, müze tarihinde heyete atanan ilk kadın Kraliyet akademisyeni olacak. Dobralığı, cinsel yaşamını ve bedensel işlevlerini tasvir eden sanat eserleriyle tanınan Emin, skandallarla dolu yorucu bir yılın ardından müzenin itibarını düzeltmeye çalıştığı bir dönemde heyete katılıyor. Emin yaptığı basın açıklamasında, “Mısır’a ait her şeyi seviyorum,” dedi. “Mütevelli olmaktan gurur duyuyorum ve umarım varlığımın olumlu bir katkısı olur.”
Renkli düşkünler evi
Charles Dickens, Oliver Twist’te 19. yüzyılın başlarında Londra’daki düşkünler evini anlatırken, “En derinde, daha da derin bir sessizliği bulmak,” diye yazmıştı. Ancak St Pancras İstasyonu diye bilinen, ulaşımın modern amfiteatrı altında bulunan yeni bir arkeolojik bulgu, Londra’nın düşkünler evinin Dickens’a özgü tasvirleri sarsacak şekilde renklerle kaplı olduğunu ortaya çıkardı. Londra Arkeoloji Müzesi’nde proje yöneticisi olan Gwilym Williams, The Guardian’a yaptığı açıklamada, keşfin “popüler kültürde genellikle tasvir edilen karanlık, pis düşkünler evine kıyasla çok farklı bir tablo çizdiği”ni söyledi.
Arşivlik ilişkiler
Bir Fransız savaş gemisi olan Galatée, 1758’de, Yedi Yıl Savaşları sırasında Britanya donanması tarafından ele geçirildi. Geminin mürettebatı hapsedildi ve aralarında yüzden fazla mektubun da bulunduğu eşyalarına el konuldu. Mektuplar, geçen ay Cambridge Üniversitesi profesörü Renaud Morieux tarafından keşfedilene kadar Londra’da, Kew’deki Ulusal Arşivler’de açılmadan kaldı. Mektuplar“ yaşlı köylülerden zengin subay eşlerine kadar akla gelebilecek herkesin aşklarına, yaşamlarına ve aile kavgaları”na dokunaklı bir ayna tutuyor.