İnsan bugünlerde bir sanat fuarında yağma malı bulmamayı umuyor ama geçen ay Londra’da düzenlenen 1-54 Çağdaş Afrika Sanat Fuarı’ndaki stantlardan biri tam da bu tür nesnelere dikkat çekiyordu. Looty kolektifi, sanat ve mirasa erişilebilirliği artırmak için dijital teknolojileri kullanıyor ve 1-54’te “Return Rashid!” (Reşid’e Dön!) (2023) adlı projesini tanıttı; bu projede grup, “British Museum’da cesur bir dijital soygun gerçekleştiriyor.” Hedefleri, 1799’da Fransızlar tarafından Mısır’ın Reşid kentinden alınan ve daha sonra mağlup Fransızlar tarafından bir teslim anlaşmasıyla Britanyalılara teslim edilen Rosetta Taşı’ydı –orijinal adı Reşid Taşı–. Looty, tabletin ayrıntılı taramalarını kaydetmek için ışık algılama ve menzil belirleme (LIDAR) teknolojisinden yararlanıyor ve elde edilen 3D görselleştirmeler (render) daha sonra dijital nesneyi Reşid’e yerleştirmek için coğrafi konum tabanlı bir artırılmış gerçeklik (AG) platformuyla birlikte kullanılıyor. Looty web sitesinde, “Teknolojinin bu yenilikçi kullanımı, dünyanın dijital olarak ülkesine iade edilen ilk sanat eserlerinden birinin orijinal fiziksel alanına geri koyulmasını sağladı,” diyor.
Bu cesur gösteri, elindeki eserleri iade etmesine izin verilmeyen British Museum’a (müze bu makale için yorum yapma talebini reddetti) karşı manşetlere taşınan bir meydan okuma olsa da, bu eylem gerçekten çığır açıcı mı? AG, yapay zekâ (YZ), NFT’ler ve 3D tarama gibi hızla gelişen teknolojiler, tartışmalı fiziksel nesneler ve bunların iade edilmesine yönelik kampanyalar etrafındaki bazı sıkıntılı sorunları çözmeye yardımcı olabilir mi?
Yasal kör noktalar
Looty’nin Nijeryalı İngiliz kurucusu Chidi Nwaubani, “Dijital teknolojinin eserlerini adesinde rol oynadığına yüzde yüz eminim,” diyor. “En önemli konulardan biri dijital eserler ve dijital eserlerin mülkiyeti söz konusu olduğunda, yasaların henüz topluma ayak uyduramamış olması. Looty’yle, bu konuda yetkiyi belirleyen ve emsal teşkil eden ilk kişiler olmak istedik.”
Ancak bu alandaki pek çok hukukçu, özellikle tartışmalı eserler söz konusu olduğunda daha dikkatli olunması gerektiğini savunuyor. İngiltere’deki Exeter Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde doçent olan Andrea Wallace, “Dijitalleştirme tarafsız değildir,” diyor. “Bir şeyi dijitalleştirdiğiniz yerin fiziksel konumuna bağlı olarak, o yargı alanının tüm yasaları bu sürecin her parçasına eklenecektir,” açıklamasını yapan Wallace, “ilk etapta çözmeye çalıştığımız sömürge mantığını ve sistemlerini tekrarlamadan” iadeyi desteklemenin yollarını bulmamız gerektiğini savunuyor.
İade alanında teknolojinin olumlu kullanımlarından biri de dijital veri tabanlarının oluşturulması. Smithsonian Enstitüsü’nün Washington’daki Ulusal Doğa Tarihi Müzesi’nin (NMNH) eserlerin iadesi programında kabilelerle irtibat kurma görevini yürüten olan Eric Hollinger, “Müzelerin koleksiyonlarının 2D dijital görüntülerini hem doğrudan topluluklara sunma hem de daha geniş kitleler için online olarak yayımlama çabalarının artması, eserlerin kaynağı olan toplulukların müzelerin elinde ne olduğunu bilmek konusundaki yeterliliklerini hızla artırdı. Bu kritik bir ilk adım,” diyor.
Polonya’daki Opole Üniversitesi’nde profesör ve Hukuk Çalışmaları Enstitüsü müdürü olan Piotr Stec, teknolojinin bir objenin transfer süreçlerini haritalandırmaya ve bir iade talebinin yasal ve etik geçerliliğini değerlendirmeye yardımcı olabileceğini öne sürüyor: “Teknoloji resmî, kanıt niteliği taşıyan belgelerin tespit edilmesine yardımcı olabilir: Yasal ve bazen pek de yasal olmayan ya da tamamen yasadışı kültürel varlık transferlerinin kâğıt üzerindeki tarihinin belirlenmesine yardımcı olabilir,” diyor. Benin Krallığı’ndan –günümüz Nijerya’sı– alınan nesneleri haritalandıran ve belgeleyen, Almanya öncülüğündeki Dijital Benin Projesi, mirasın dijitalleştirilmesi ve iadesi alanında iyi uygulama örneği olarak gösteriliyor.
Ancak Wallace, koleksiyonları dijitalleştirme ve genellikle açık erişimli hale getirme koşturmacasındayken, müzelerdeki nesnelerin sahibi olan topluluklara danışılmadığını söylüyor. Dijitalleştirmenin aslında kendi içinde nasıl şiddet içerdiğini görmeye başlıyoruz çünkü [bu nesneler] birinin atası veya kutsal bir nesne olabilir ya da bir kişiliğe veya ruha sahip olduğuna inanılabilir,” diyor. “Eserleri çevrimiçi olarak kimin kullanabileceği veya onlara kimin erişebileceği konusunda kurumlar başkaları adına karar veriyor. ”Yapay Zekâ kullanımındaki artış da bir sorun teşkil ediyor. Sanatçıların eser görsellerinde olduğu gibi, internetteki tarihî nesnelerin ve mirasın fotoğrafları da veri madenciliğinde ve açık kaynaklı yapay zekâ programlarında genellikle etik olmayan ve önyargılı şekillerde kullanılmaya yatkın oluyor.
3D tarama teknolojisindeki gelişmeler, pratikte herkesin bunu yapabileceği anlamına geliyor – en son iPhone modellerinin çoğu artık Looty’nin, Rosetta Taşı’nı kopyalamak için kullandığı LIDAR sensörlerine sahip. Bu eserlerin giderek daha fazlası Sketchfab gibi açık kaynaklı varlık platformlarında kullanıma sunuluyor.
İngiltere’de Manchester Üniversitesi’nde Ticaret Hukuku Bölümü’nde öğretim görevlisi olan Pınar Oruç, 3D baskının eserlerin iadesinden daha çok koruma ve eğitim alanlarında kullanılabileceğini savunuyor. Örneğin British Museum’da bulunan Parthenon Mermerleri’nin yüksek kaliteli dökümlerinin yapılmasının yüzlerce yıldır mümkün olduğunu ve bunun Yunanistan’ın orijinallerin iadesini talep etmesini engellemediğini söylüyor.“ Şimdiye kadar, kopyaların onlar için yeterli olduğunu söyleyerek tazminat istemeyi bırakacak kimseyi görmedim. Aksine, sadece kopyalarını önermek biraz duyarsızlık olabilir,” diyor Oruç. NMNH, 15 yılı aşkın bir süredir iade bağlamında 3D teknolojisini kullanarak yerli kabilelerle çalışıyor, genellikle orijinal eserleri iade ediyor ve 3D basılı kopyaları saklıyor.
Ulusların orijinal nesnelere sahip olma arzularından söz eden Birleşik Krallık merkezli Sanat ve Hukuk Enstitüsü direktörü Alex Herman, kopya yaratma tartışmalarında “‘gerçek’ kültünün bir sorun olabileceği”ni söylüyor. Ancak Hollinger, gerçeğin “aura”sının giderek daha az ayırt edici hale geldiğini düşünüyor. “İnsanlar nesnelerin ve yerlerin görüntülerini dijital cihazları aracılığıyla izliyor ve bence bu, fiziksel bir nesneyi ya da o nesnenin yerine geçeni gördüklerinde, bu [şeyleri] nasıl algıladıklarını etkiliyor,” diyor.
Bazıları NFT’lerin dijital nesnelere veya kopyalara “benzersizlik” getirebileceğine inanıyor. Looty, Benin Bronzları gibi tarihî eserlerin 3D göreselleştirmelerini doğrulamak için NFT’leri kullanıyor. Nwaubani, “Bu, eserlerin kökeninin doğrulanması söz konusu olduğunda kullanabileceğimiz en iyi teknoloji,” diyor. “Ayrıca telif ücretlerinin ödenmesine de olanak tanıyor. Nijerya’ya ait olan ve herkesin faydalanması için dünya çapında dolaşıma sokulan dijital bir esere sahip olabilirsiniz ve bu eserin kullanımına ilişkin telif ücretleri doğrudan eser sahibine ödenebilir.” Bunlar, ödemeleri sağlamak için blok zincirinde akıllı sözleşmelerle ayarlanabiliyor.
Bu yılın başlarında Stec, e-restitution (e-iade)adını verdiği bir çalışma modeli öneren bir makale yazdı. Bu modelde, ihtilaflı bir nesnenin muhatabı olan iki taraf, hak ve sorumlulukların paylaşımına dayanan bir mülkiyeti paylaşıyor. Taraflardan biri fiziksel nesneye, diğeri ise bir NFT’yle tescillenmiş dijital temsiline sahip olacaktır. “İade eden ülke, bir nesneyi o âna kadar bir müze tarafından kullanıldığı şekilde kullanma hakkına sahip olacaktır. Bu, esas olarak bir nesneye sahip olma, nesneyi bulundurma, araştırma ve sergileme hakkını ifade eder. İade eden ülke aynı zamanda bir objenin korunması ve bakımından da sorumlu olacaktır. Menşe ülke, yasal mülkiyete ve bir nesneden çevrimiçi olarak yararlanma ve iade eden ülkenin hakları kapsamında olmayan tüm şekillerde kullanma hakkına sahip olacaktır,” diye açıklıyor Stec.
Ancak pek çok kişi NFT’lerin güvenilirliğinden şüphe duyuyor. “NFT pazarı eskiden olduğu gibi değil. Bence şu anda ilişki kurmak için tehlikeli bir pazar olabilir,” diyor Herman. “Eğer platformların hepsi gelecek yıl batarsa, o zaman sizin NFT’nize ne olacak? Bunun uzun ömürlülüğü ve sürdürülebilirliği sorgulanabilir.”
Yavaş teknoloji ve işbirliği
Çoğu kişi teknolojinin iade tartışmalarında bir rol oynayabileceği konusunda hemfikir. Teknolojinin asıl kullanım alanı, müzakerelerde ilk adımı atma yetisinde yatıyor. Herman, “Teknoloji, mülkü elinde bulunduran bir kurum ile hak talebinde bulunan kişi arasında ilişki kurmak için yeni olanaklar sunuyor,” diyor. “Bu sayede, fiziksel anlamda iade konusunda daha ciddi tartışmaların yapılabileceğini düşünüyorum.”
Ancak Wallace’ın da belirttiği gibi, yasal, etik ve faydalı bir dijitalleştirmenin gerçekleştiğinden emin olmak için nesnelerin asıl sahipleri tarafında daha fazla işbirliğine ihtiyaç var. “Bu alanda ağırdan almanın ve eleştirel düşünmenin önemli olduğunu düşünüyorum, böylece doğru soruları sorabilir ve cevapları kendimiz bulmak yerine insanları cevapları verebilecekleri bir konuma getirebiliriz,” diyor. Stec, “Sömürge sonrası ve bağımlılık sonrası toplulukların dijital iadeyi nasıl algıladıklarına dair ampirik verilere ihtiyaç olduğu” konusunda Wallace’la hemfikir.
Bu arada, Looty gibi sanatçılar ve aktivistler teknolojiyi kullanarak sınırları zorlamaya devam edecekler. Her şeyin ötesinde, bu tür projeler, özellikle daha genç, dijital dilin yerlisi bir kitleye ulaşarak, iade konusundaki sorunlara ilişkin farkındalığı artırıyor.“ Bunlar sergiden ibaret değil; katılımı, iç gözlemi ve nihayetinde dönüşümü davet eden diyaloglar, konuşmalar,” diyor Looty, web sitesinde. Sözlerini de şöyle noktalıyor: “Eserlerin fiziksel olarak iade edilip edilmemesi gerektiği konusunda mevcut tartışmalar durmaksızın devam ediyor; Looty meselelerle bizzat ilgileniyor.”