Peter Handke
Meyve Hırsızı:Ya da Ülke İçine Dönüşü Olmayan Yolculuk
çev. Regaip Minareci, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2024
Tanıma ve tanınma, görünür olma, yalnızlık, dönüşüm, iletişim, geçmiş gibi temalar etrafında şekillenen Meyve Hırsızı, bir yandan fiziksel bir seyahati takip ederken bir yandan da karakterin iç dünyasında sorgulamalarla dolu bir yolculuk sunuyor.
Peter Handke, “Son Destan” adını verdiği bu romanı yazmaya 1 Ağustos 2016'da başlıyor. Yolculuk sahipsiz koydan çıkıp, dolambaçlı yolları takip ederek, arayarak seyrediyor ve dönüşü olmayan “tek yönlü” yolculuğa çıkan meyve hırsızı kadının orada kalacağı ya da kalmayacağı ülkenin içlerine doğru ilerliyor. Destanın yazımının son günü olan 30 Kasım 2016'da Peter Handke, kadının yolda karşılaştığı inanılmaz ve eşi benzeri görülmemiş tehlikeleri şöyle özetliyor: “Ülke içine yaptığı üç günlük yolculukta yaşadıkları: Tuhaftı. Yoksa değil miydi? Hayır, tuhaftı. Ebedi tuhaf. Sonsuz tuhaf.”
Alenka Zupancic
Biliyorum, ama yine de…
çev. Barış Engin Aksoy, Metis Kitap, İstanbul, 2024
Öyle görünüyor ki günümüzdeki büyük ve küçük suçların, kayıtsızlıkların, görmezden gelmelerin, yok saymaların şifresi Octave Mannoni’nin özlü formülünde yatıyor: “Biliyorum, ama yine de...”
Bu cümleyi kalkış noktası yapan Zupancic kitabı için şunu söylüyor: Bilmezden gelme kavramı, bugünkü genel toplumsal zihniyetimizi (örneğin gerçekliğin sarsıcı boyutlarıyla yüzleşmekten kaçınmayı tarif etmek için tercih edilen “inkâr” teriminden) daha isabetli bir şekilde tarif etmektedir. İnkâr da yok değil elbette; komplo teorilerini incelerken inkârın özelliklerini de ele alıyoruz. Sapkın bilmezden gelme ise çok daha ölçülüdür, çok daha makuldür. Sorunun pekâlâ farkında olduğunu iddia eder; ekonomik ve siyasi iktidar merkezlerinden başlamak üzere “liberal anaakım” ile kaynaşmış haldedir. Nitekim siyasi düzlemde (çoğunlukla “popülizm” ile ilişkilendirilen) inkâr ile (aynı-tas-aynı-hamam anaakımla ilişkilendirilen) bilmezden gelme’nin başlıca iki rakip siyasi seçenek oluşturduğu, kendi patolojileriyle ikisinin de birbirini beslediği, herhangi bir toplumsal gerçeklikten ziyade birbirlerine karşılık verir halde oldukları ürkütücü bir dansa kapılmış gibiyiz.
Ve bitirirken: Uyanmamız gerekiyor – travmayı unutup “rasyonel yollar”dan savunmamızı güçlendirmemiz değil, normal, günlük gerçekliğin çatlaklarında travmanın ve doğurduğu sonuçların izini sürmemiz gerekiyor.
Aynur Gürlemez Arı
Venedik Bienali’nde Türkiye: 1875-2002
Salt e-yayın, İstanbul, 2024
1895’ten bu yana düzenlenen Venedik Bienali’ne Türkiye’den ilk kez sanatçı Abidin Dino katılır. Dino’nun 1952’deki bu bağımsız temsilini 1956, 1958 ve 1962’de Güzel Sanatlar Akademisi’nin düzenlediği üç ulusal sergi takip eder. Ardından 1990’a dek 28 yıl süreyle bienalde yer almayan Türkiye, 1990, 1993, 2001, 2003 ve 2005 bienallerinde Beral Madra’nın küratörlüğündeki sergilerletemsil edilir. 2007 yılı itibarıyla Türkiye sergilerini düzenleme görevi T.C. Dışişleri Bakanlığı tarafından İstanbul Kültür Sanat Vakfı’na (İKSV) devredilir. Vasıf Kortun’un küratörlüğünü üstlendiği 2007 Türkiye sergisinden itibaren, her bienalde yenilenecek bir Danışma Kurulu’nun oluşturulup sanatçı ve küratörlerin belirlenmesindeki şartların değiştiği bir dönem başlar.
Venedik Bienali’nde Türkiye: 1895-2022, 1950’li yıllara kadar Türkiye’nin neden bienalde yer almadığını kültür, siyaset ve sanat bağlamında tarihsel bir çerçeveden aktarıyor. Venedik Bienali Arşivleri’ni içeren Archivio Storico delle Arti Contemporanee (ASAC) bünyesindeki kaynaklardan yola çıkan yayın, Türkiye’nin Venedik Bienali’ndeki tüm ulusal sergilerini kurumlar, sergi düzenleyicileri, katılan sanatçılar ile sergilenen eserler üzerinden değerlendiriyor. 1950’ler ve 1960’larda sınırlı sayıdaki katılımdan günümüze uzanarak sürecin dönüşümüne dair kapsamlı bir bakış sunuyor.
Dóra Maurer,Vera Molnár, Gizella Rákóczy
Hesaplar ve Tesadüfler
Pera Müzesi Yayınları, İstanbul, 2024
Hesaplar ve Tesadüfler, algoritma sanatının öncü isimlerinden Vera Molnár, Dóra Maurer ve Gizella Rákóczy'nin Macaristan Ulusal Bankası Koleksiyonu'nda yer alan eserlerini bir araya getiriyor. Sergi, Molnár’ın bilgisayar sanatı üzerindeki önemli etkisine odaklanırken, Maurer ve Rákóczy'nin sanatsal pratiklerinin algoritma ve matematiğin entegrasyonu ile soyutlamanın sınırlarını genişletmesinin de izini sürüyor.
Sergiye eşlik eden yayında Kinga Rózsa Hamvai’nin küratör metninin yanı sıra Kerem Ozan Bayraktar’ın başlığını Vera Molnár’ın sözlerinden alan “Düzeni seviyorum ama ona katlanamıyorum” adlı metni, Molnár’ın pratiğini algoritma sanatının tarihsel arka planıyla beraber ele alıyor. Yayın, Hans Ulrich Obrist’in sanatçılar Vera Molnár ve Dóra Maurer ile gerçekleştirdiği röportajlar ve Gizella Rákóczy’nin çalışma pratiğini anlattığı “Dört Kollu Spiraller” başlıklı yazısıyla devam ediyor. Son olarak, Jon McCormack, Oliver Bown, Alan Dorin, Jonathan Mccabe, Gordon Monro ve Mitchell Whitelaw’ın kaleme aldığı metin on soruda jeneratif bilgisayar sanatını açıklıyor.
Mert Karbay
Yeni Dünya: Sosyal Medya
İletişim, İstanbul, 2024
“Gündelik hayatın monotonluğundan bıkıp Sosyal Medya’nın cazibesine koştuk. Şimdi de oradaki zorbalıklar, linçler, veri güvenliği, gözetleme gibi yığınla problem bir tarafa, Sosyal Meyda’nın kendisi başlı başına bir mesele haline gelmişe benziyor: Akıllı cihazlarına bakmadan duramayanlar, kaybolmakta olan yüz yüze, samimi ilişkiler, hakikatteki aşınmalar…”
Mert Karbay, gerçekten bir yeni dünya olan, adeta yeni dünyanın kendisi haline gelen sosyal medyayı, hem olanakları hem sorunlarıyla tartışıyor bu kitapta. Sosyal medyanın, çağımızın “halk yazısı” olduğuna dikkat çekiyor; herkesin yazabileceği; herkese hitap eden yazı… Bu bakımdan, bir demokratikleştirme potansiyeli taşıyor.
Ama kamusal iletişimdeki geleneksel “kapı bekçilerinin” yerini alan “algoritma” da, “akla zarar” başka problemler getiriyor. Kamusal entelektüelin yerini alan trol, influencer, oyunbaz, küratör gibi sosyal tipler; “bağımlı insan-bağımsız sosyal medya” paradoksuna aracılık ediyor. Sosyal medyanın yaygınlaştırdığı “sosyal dikkat dağınıklığı” ve “sonsuz dikkat dağınıklığı”, bu mecradan yayılan yalanlarla mücadelenin nafileliği gibi olgular, “aksak” bir kamusallığa, politikanın ketlenmesine giden bir yolu döşüyor.
Yeni Dünya: Sosyal Medya, sosyal medyanın, çoğalttığı “Mutsuzum ama keyfim yerinde!” duygusunun derinindeki sorunları tahlil ediyor. Ve evet, yine de, olanaklarıyla birlikte…
Max Frisch
Holosendeki İnsan – Bir Anlatı
çev. İlknur Özdemir, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2024
Yaşlı bir adam olan Geiser, İsviçre Alpleri’nde izole bir köyde yaşamaktadır. Köy süreğen yağışlar yüzünden toprak kayması tehdidi altındadır.
Geiser doğanın kaotik ve amansız yapısıyla başa çıkmaya çalışırken, ansiklopedilerden ve kitaplardan bilgileri kesip odasının duvarına asar, böylece yitirmeye başladığı belleğinin yanı sıra insanlığın bilgi birikimini de kayıt altına almaya çabalar. Ancak doğa, insanın sınırlı bilgisiyle kavrayışından çok daha engindir ve sonunda kaçınılmaz yüzleşme gerçekleşecektir.
Max Frisch’in bu küçük ölçekli başyapıtı, insanın doğa karşısındaki kırılganlığı ve varoluşsal mücadelesi üzerine derin bir tefekkür. 1992 yılında filme çekilen, sayısız kere sahnelenen bu eser, yıllar geçtikçe ve dünyamız yazarın öngördüğü yolda ilerledikçe klasikleşen bir kehanete dönüşüyor.
Tony Godfrey
Çağdaş Sanatın Öyküsü
çev. Ebru Berrin Alpay, Hayalperest Yayınevi, İstanbul, 2024
Çağdaş sanat yalnızca merak uyandırma etkisine değil, kafa karıştırma gücüne de sahip. Bu şey de nesi? Ne anlama geliyor? Gerçekten sanat mı bu? Neden bu kadar yüksek fiyata satılıyor? Bu konuda sayısız kitap var ama bunlar okuyucuya pek bir şey öğrenmediğini, partizanca görüşlerin kavranamayan dili nedeniyle de dışlandığını ya da bunaldığını hissettirmekten öteye geçemiyor.
Tony Godfrey’in capcanlı üslubuyla dünyanın birçok farklı köşesine uzanan kitabı, 1980 yılından günümüze çağdaş sanatın tarihine ilişkin zengin görseller içeriyor ve temel bir rehber niteliği taşıyor. Godfrey çağdaş sanatın öyküsünün çatısını sanatın ne olduğu ya da ne olması gerektiğine dair krizler, çatışmalar ve tartışmalar silsilesi olarak kurarken, bu büyüleyici konuya samimi ve anlaşılır bir giriş sunarak çağımızın bazı kritik meselelerine de değiniyor.