Birlikte üretmenin altını çizerek yerli ve yabancı ilk defa sergilenen ve deneyimli sanatçıları bir araya getiren Barbare Bağları’nda yer alan ve Barbare Studio girişiminin ilk sergisi olan Yer Duygusu, 14 Eylül-13 Kasım 2024 tarihleri arasında izleyicilerle buluştu. İnsan-doğa ilişkisini irdeleyen ve gözler önüne seren, toprağın, iklimin bağlara etkisinden yola çıkarak mekân ve çevrenin insanla ilişkisini sorgulayan sergi çok katmanlı eserler sunuyor. Barbare Studio’nun üç yıl süreyle gerçekleştireceği sergi ve programların küratörlüğünü üstlenen T. Melis Golar’la, Barbare Bağları’nda gerçekleşen ilk misafir sanatçı programı sonrası ortaya çıkan Yer Duygusu sergisini ve gelecek planlarını konuştuk.
NİHANSU AYDEMİR: Barbare Studio'daki ilk misafir sanatçı programının sonucunda ortaya çıkan serginin başlığıyla başlamak gerekirse; serginin adı, Fransızca “terroir” kelimesinden geliyor. Sergi vesilesiyle, “bağa ruh katan tüm elementleri dinleyen, hisseden ve anlamaya çalışan bir yapı” sunduğunuzu belirtiyorsunuz. Serginin gerçekleştiği alanın, arazinin, sanatçılar ve sergilenen eserler üzerindeki etkisi nasıl oldu? Sanatçılar mekânla nasıl etkileşimlerde bulundular?
T. MELİS GOLAR: Projenin başında Barbare Studio mekânı yoktu. Sanatçılar üretimlerini bulundukları şehirde yapacak, yapıtlar Barbare bağlarında sergilenecekti. Fakat sunduğum küratöryel perspektifin ve yaptığımız keşif gezilerinin sonucunda alanda üretim yapmanın hem daha efektif, sürdürülebilir ve de içeriğe uygun olacağına karar verdik. Bence mekân size ne yapmanız gerektiğini zaten söylüyor. Sanatçılar Barbare Studio’da üretim yaptıkları için ister istemez ilham kaynakları arazinin manzarası, bağın hikayesi, gördüğümüz, göremediğimiz veya hayâli canlıları oldu. Tekirdağ’da üretim yapıldığı için yerel malzemeyi, bağın işleme biçimini, buranın kültürünü yakından tanıma fırsatı bulmuş olduk. Bunlar da elbette eserlere yansıdı.
İşimiz aslında hiç kolay değildi. Burası arazi sanatında alıştığımız dümdüz boşluklardan oluşmuyordu, işleyen ve verim alınan bir bağ içinde üretim yapmak gerekiyordu. Etkileşimi düşünürken buranın bir işletme olduğunu, bitkilerinin sonunda bir ürüne dönüşeceğini bilerek ve olağanca hassasiyeti göstererek üretimler yapmaya özen gösterdi sanatçılar. Gıda mühendisi ve bağ sorumlularıyla dirsek temasında, verdikleri bilgiler doğrultusunda yapıtlar ortaya çıkardılar. Hatta çoğu sanatçı sorularından elde ettikleri bilgileri işlerinin hikayesini oluştururken kullandılar. Serinin ilk sergisi mekânı sanatçıların geliştirdiği yöntemlerle keşfetmek üzerine kurgulandı. Rüzgarın esme yönü, ufuk çizgileri, kendiliğinden oluşan yükseltiler, insan işgaliyle araziyi terketmiş hayvanları hatırlamak veya toprağı kazdığımızda altından çıkacak arkeoloji ile üstüne kurduğumuz yeni dünyaların şimdiki varlığını anlamlandırmak istedik.
Yer Duygusu, kendine has bir coğrafyada yer alıyor ve katılımcı sanatçılardan birçok şey talep ediyor. Sergide yer alan sanatçılarla beraber çalışmaya nasıl karar verdiniz? Sanatçıların bağla nasıl bir etkileşime gireceklerini öngörüyordunuz?
Bu projeye ben biraz ortasından katıldım. Yabancı sanatçıları Barbare Studio’nun kurucusu olan Celine Topsakal davet etmişti. Onların dışında sanatçıların ise deneyimli ve henüz yolun başında olmak üzere farklı pratikleri benimseyen insanlar olmasına özen göstererek teklifimi götürdüm. Birbirimizden öğrenmek benim adıma önemliydi. Cengiz Tekin daha önceden birlikte çalıştığım ve ironik bakışını çok sevdiğim, arazi üzerine çalışmalarında da deneyimli bir sanatçı, Serra Bilgincan ise daha önce hiç çalışma fırsatı bulmadığım çok yeni üretimleri olan birisi. Onun bağlarda nasıl bir yöntemle çalışacağını merak ettiğim için davet ettim. Dilşad Aladağ araştırma odaklı bir pratik benimsiyor. Onun hangi konunun üzerinde derinleşeceği, yaptığı araştırmadan neler öğreneceğimiz, eleştirel anlamda sergiye yeni nasıl bir katman getireceği heyecan vericiydi. Murat Yıldız’ı Öktem Aykut Galeri’de gerçekleştirdiği son sergisinde topladığı bitkileri tuvale sürterek pigmentlerini çıkarttığı “yaşayan” tuvalleriyle hatırlarsınız. Zaman içinde değişen tuvallerden sonra onu, bu alanda yeni ne tür formlar bekleyecekti bunu gözlemlemek merak uyandırıcıydı.
Açık söyleyeyim, çok fazla bilinmezlik taşıdığı için sergiyi öngörmek oldukça zordu. Bu deneyimin ardından hala bile zor. Çünkü açık arazide nelerle karşılaşacağınızı bilmiyorsunuz. Sanatçılar için de bu durum alışılageldik bir şey değildi. Fakat estetik kaygılar beslemekten çok, adapte olmayı önemsedik. Gerçekten doğanın, tesisin ve kapasitelerin sunduğu şartları anlamaya çalışarak, yeri duymak bu sistemin merkezinde yer aldı.
Sergi insan ve insan olmayan arasındaki ilişkilenmeleri, insanın doğayla bağını irdeliyor ve bazen gözler önüne sererken, söylemlerde bulunuyor. Sergilenen eserler aracılığıyla insan olmayana ilişkin ne gibi tahayyüller meydana geliyor?
Barbare bağları bir şarap bağı olmadan önce ayçiçeği tarlası imiş. Bağın kurulması sırasında toprağın altından yüz yıllık yanmış üzüm kökleri bulmuşlar. Kısaca, burası daha da önceden yine üzüm bağlarına yuvaymış. Bu bilgi aslında insanın hikayesini insan olmayan üzerinden bize veriyor. Bu yerin tarihini çok özel bir biçimde özetleyen bir bilgi.
Sanatçılar buranın tarım arazileri, limanı ve şehrin gitgide büyüyerek dışarı taşması sebebiyle yerinden edilmiş nesli tükenen hayvanlarına referansla işler de ürettiler. Valentina Bacci bağların geçtiği yolun, aynı zamanda kuşların göç yolundan geçtiği bilgisine dayanarak yarı kurgusal mitolojik bir hikâyeyi ele aldı. Lalin Mercan, Traklar’ın sıklıkla kurban ettiği, insanın en yakın dostu olan köpeklerin kendi uygarlıklarını kurma hikayesi üzerine bir iş üretti.
Yapıtlar insan olmayanla daha yakın bir bağ kurup manzaranın içine yerleşmeyi, kimi zaman ise alternatif platformları sunmanın rahatlığını hissettirdi. Dilan Bozer direkt olarak Tekirdağ’a ve hatta o yöreye ait yabani kil ve doğal malzemeleri kullanarak bir cevap verdi. Bölgenin önemli bir mirası olan tümülüslere referansla kendi hikayesini bütünleştirdi. Furkan Öztekin’in kendi doğup büyüdüğü bu toprakların manzarasına yerleştirdiği kolaj çizgilerle manzarayı düşünmeyi değil manzarayla birlikte düşünmeyi bir öneri olarak getirdi. Sam Nicholson rezidans süresince etrafta biten yabani bitkilerden ilhamla metal heykeller yaptı. Büşra Özdemir bitkilerin egemenliğini ilan eden, bağlardan topladığı bitkilerle ekolojik baskı yaparak her parsele bitkilerin bayraklarını yerleştirdi. Sergide insan olmayanı daha çok ele almış gibi gözükse de, arazide hala insanın varlığı kendini baskın şekilde ele veriyor.
“Terroir” kökeni itibariyle aynı zamanda sahip olunan bir yer anlamına gelen “territoire” kelimesini de çağrıştıran bir kelime. Sergi metninde “Bağların ve çevresinin biyoçeşitliliği dokulara, çizgi ve formlara evrilirken, zirai faaliyetlerin araziye etkileri ve mülkiyet kavramının tartışmalı yönlerine dair sorular soruyoruz,” diye belirtiyorsunuz. Mülkiyet kavramıyla ne tür ilişkiler kuran işler ortaya çıktı?
Eda Şarman tarım arazileri yüzünden çitlerle örülmüş ve atıl şekilde bırakılmış, Barbare bağlarının hemen yanında olan mera alanına yerleştirdiği devasa toynaklarla bu alanı yeniden aktive etmeyi seçti. Bu toynaklar ona ait arazilere geri armağan edildi bunlar oradan gitmek istemeyen inatçı bir keçinindi. Bağlara gittiğinizde etrafı saran diğer arazilere, denize, dağlara ve koca bir boşluğa bakıyorsunuz. Sanıyorsunuz ki, burası sadece arazi. Bu arazilerin sahipleri, onların hikayeleri, istimlak edilen, şehrin, endüstrinin yok ettiği pek çok unsur o manzarada aslında görünüyor. Yalnızca biraz daha dikkatli bakmak gerekiyor, onlar kendilerini size gösteriyorlar.
Dilşad Aladağ 1858’e tarihlenen bir arazi kanunu yeniden gündeme getirdi. Kanun; yabani bir ağacın aşılanması, dikilmesi, çevresinin temizlenmesi ve o ağaca bakıp ondan gelir elde edilebilecek hale getirilmesi durumunda o ağaçtan hak iddia edilebileceğini söylüyor. Bu da ‘’bakarsan bağ bakmazsan dağ’’ olur atasözünün hatırlattığı haliyle dağların bağlara evrilmesine sebep oluyor. Aşılı ağacın meyvesi toprakla buluştuğunda yabani bir tür olarak büyüyor. Bu durum, bir anlamda endüstriyel tarım, antroposen çağına dair bir umut veriyor. Dilşad’ın çalışması bu konu üzerine bir ses ve yerleştirmeden oluşuyordu.
Berkay Kahvecioğlu bağların içinden geçen ve manzarayı sekteye uğratan elektrik direğini, topladığı hasta veya ölmüş köklerle yeniden dikerek, direğe meydan okudu. Hâli hazırda doğal yöntemlerle işlenmiş tarım arazisinin ortasında yeri olmayan fakat yine de varlığıyla manzarada bir hâkimiyet kuran direğe bir tür çelme attı. Kentleşme ve endüstrileşmenin tarım arazilerine en acımasız şekilde nüfuz edişine karşın sanatçı, yukarıya doğru endam eden strüktürü taklit ederek hayranlık ve nefret ikilemini ortaya koyuyordu.
Rhian Harris Mussi projenin başında doğrudan yakındaki tarlalara, belirli bir bakış noktasından görülebilecek büyük ölçekli soyut resimler yapacaktı. Ancak araziye erişimin sınırlı olması bu çalışmayı imkânsız kıldı. Sanatçı bunun yerine, uydu kameralarının formlarından esinlenen vizörün merceklerine bahsi geçen resimlerin minyatür versiyonlarını yerleştirdi. Burada sanatçıyı tetikleyen unsur, araziye erişimin meşakkatli veya hiç olamayışı idi.
Didem Erk fotoğraf çalışmalarıyla ev ve yurt konusu üzerinden sergiye dahil oldu. Koloni halinde yaşayan karıncaların yuvası ve denizi bir sınır olarak gören performansla içsel bir dünyanın ev, yer değiştirme, aidiyet gibi kavramlar üzerinden aktarımını yaptı.
Bağlama olan etkinin yanı sıra arazinin eserlerin kurulum süreci üzerindeki etkisi de dikkat çekiyor. Bağlık bir alanda, toprak üzerine sergi kurarken ne gibi zorluklarla karşılaştınız, bu süreci nasıl yönettiniz? Eserlerin bağlardaki dağılımını nasıl dengelediniz?
Galeri mekânında bir yerleştirme kurmaya veya açık havada heykel yerleştirmeye kesinlikle benzemiyordu. Sanatçılarla yapıtın yerini belirlesek dahi bazı doğal nedenler buna engel olabiliyordu. Sergi kurulumu sırasında yapıtlar traktörlerle taşındı, yere sabitlemek için güçlü matkaplar kullanıldı, bağların altında güçlü kayalar çıkabiliyordu. Barbare çok rüzgarlı bir alan işleri hem üretirken hem de yerleştirirken bunu göz önünde bulundurmaları gerekiyordu sanatçıların. Fakat siz ne yaparsanız yapın bazen yapıtlar doğal şartlara tüm çabalara rağmen dayanamıyorlar. Bunların yanı sıra bağlara zarar vermemek adına sürekli olarak gıda mühendisi ve bağ çalışanlarına danışarak ilerledik. Yeni ve pratik fikirler üretmek, sanatçılarla bunları kurgulamak, planlamak hepimiz için öğretici oldu. Eserlerin yerlerini biraz doğa, biraz sanatçılar biraz da şartlar belirledi. Bazı eserlerin lokasyonu zaten aklımda aşağı yukarı vardı. Fakat yeni üretimler için sanatçılarla hem ideal lokasyonu, fikirlerine hizmet edecek şekliyle istişare ederek kararlar verdik. Kimi sanatçılar seçtikleri mekâna özgü işler üretti. Kimisi buraya işini adapte etti. Yerleşim yaparken izleyicinin yürüme deneyimini de önemseyerek hareket ettim. Amaç bağlar arasından olabildiğince yürümek, sınırlarını, toprağının değişkenliğini, yürüdüğünüz yolun eğimini hissetmekti.
Barbare Studio’yla üç yıl süregelecek bir işbirliği içerisinde olacağınızı belirttiniz. Gelecek planlarınız neler? Barbare Studio’dan ne gibi gelecek etkinlikler beklemeliyiz?
Ben misafir küratör olarak Barbare Stüdio’ya üç yıllık bir araştırma / sergi projesi önerdim. Bunun sebebi araziye her adım attığımda farklı bir renk, bitki örtüsü ve tarımsal dönemle karşılaşmamdı. Yukarıda bahsettiğim belirsizlikleri süreç içinde anlamak, araziyi, bağların işleyişini daha fazla benimsemek sanatçıların arazide beklemediği zorluklara karşı daha bilinçli olmak isteği ile buradayım. Aslında sergi bu keşfin sadece bir ayağı, gerçek hedef süreç içinde sanatçıların edindiği bilgiler, yaptığı araştırmaların soyut bir kütüphanesini oluşturmak. Ben yalnızca üç sene içinde bir kitap sunacağım bu kütüphaneye. Sanatçılar her yıl sergi sonunda bir sonraki gruba aktarılmak üzere araştırmalarını açacak. Bu aslında tarımın düsturunda da olan bir şey bir yıl öncesi sonrasına etki ediyor. Biz henüz kitabın giriş kısmındayız, sergi sonunda yaşadığımız etkileşimlerin sonucunda hangi yeni kavramlar çıkacak onları paylaşacağız. Bunun yanında kamusal programları arttırmayı ve çeşitlendirmeyi hedefliyoruz. Gelecek senenin konusu birkaç ay içinde Barbare Studio’nun Instagram adresinden paylaşıyor olacağız.
Bu üçlemenin sonunda ise bahsettiğim kitabı fiziki bir hale de getirmeyi hayal ediyoruz. Benim misafirliğimden sonra da bu ve buna benzer bir sistem Barbare Studio’nun kurucusu Celine Topsakal tarafından devam ettirilir diye düşünüyorum. Tekirdağ’a kazandırılmış sanat alanının hem yereli kapsayan fakat globale de açılan bir anlayışla genişlemesi sanırım sanat dünyası için de umut verici olacaktır.