Berka Beste Kopuz’un Toprak Biriktirir Geçmişi II sergi 7 Kasım’da Merdiven Art Space’de açıldı. Sanatçının, neredeyse doğduğundan beri yaşadığı Acıbadem Mahallesi’ndeki komşu olan âtıl bir köşkün geçmişini araştırarak geliştirdiği sergi, mekan, bellek ve kimlik temalarına odaklanarak toplumsal hafızayı sorgulayan bir anlatı oluşturuyor. Sergide, eski fotoğrafların ve belgelerin beton, demir ve ytong gibi malzemelerle bir araya geldiği eserler geçmişin izlerini gün yüzüne çıkarıyor. Kopuz ile araştırma süreci, hafıza, mekan ve toplumsal bellek üzerine konuştuk.
NİLAY YEREBASMAZ: Öncelikle bir sanatçı olarak sanat yaşamında nerede ve nasıl konumlanıyor, seni biraz tanıyalım?
BERKA BESTE KOPUZ: 2017 yılında Marmara Üniversitesi GSF resim bölümünden mezun oldum. Ve aslında eğitimimin ilk yılların Bülent Şangar ile tanışmam sanat hayatımı oldukça etkiledi diyebilirim. Bir şeyler üretiyor olmak benim için gündelik hayatımızda tekrarladığımız eylemler gibi aslında. Su içmek, uyumak, nefes almak gibi. Sadece bir fikir veya sonucu belli bir iş üretmek değil, sürekli deneysel bir şekilde hem zihinsel hem de fiziksel olarak ortaya bir şeyler çıkartmak. Bu sebeple daha çok disiplinler arası çalışan bir sanatçıyım ve farklı malzemeler ile çalışmayı oldukça önemsiyorum.
Acıbadem’de büyümenin hem kişisel hem de sanatsal pratiğin üzerindeki etkilerini nasıl tanımlarsın? Bu mekânın senin için taşıdığı anlam ve önemi sanat pratiğine nasıl yansıtıyorsun?
Neredeyse doğduğumdan beri, 27 yıldır Acıbadem’de yaşıyorum. Her ne kadar günümüzde mahalle ve komşuculuk kavramları çok kalmasa da çocukluğumdan beri yaşadığım yerde bu kültürün devam etmesi şimdiki yaşantımı da oldukça etkileyen bir faktör diye düşünüyorum. Neredeyse bütün eğitim hayatımı (sanat eğitimimde dahil olmak üzere) Acıbadem sınırları içerisinde tamamladım diyebilirim. Bu sebeple hem Acıbadem’de hem de sınırlarında oldukça fazla sanatçı, akademisyen, yazar, tarihçi ile tanışma şansım oldu. Yıllardan beri yaşadığım yeri oldukça iyi tanıyan bir mahalleli olduğumu düşünürken, evimin yanında yer alan eski bir yapıyı araştırmamla başlayan bölgeyi araştırma sürecim aslında burası ile yeniden bir ilişki kurmamı beraberinde getirdi. Bu da elbette bütün üretim sürecime yansıyarak, mekanları algılayış biçimimi etkiledi.
Bellek, anı ve mekân arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsun? Bu kavramları sanatsal pratiğinde kullanmanın özel bir nedeni var mı? Yaşadığın bölgenin, üretimlerini nasıl şekillendirdiğini düşünüyorsun?
Hafıza ile mekan arasında dinamik bir ilişki var. Mekan hafızayı besleyerek içindekileri, anıları unutmamızı zorlaştırırken; hafıza da kendini korumak için durmadan yeni mekanlar üretir. Ve aslında her mekanın bir hafızası vardır. Mimariyi katı bir formlar bütünü olarak düşünmenin yanı sıra, yaşantı ile beraber bu hafızanın izini sürmek, o katılığın içindeki akışkan belleği ortaya çıkarmak bir sanatçı olarak beni oldukça heyecanlandırıyor. Çalışmalarımda da daha çok bir sanatçıdan ziyade başlangıçta bir iz sürücü gibi ilerleyerek araştırma süreçleri yürütüyorum. Yaşadığım bölge bağlamında yer ile kurduğum ilişki aslında daha çok aidiyet kavramı üzerinden son dönemlerde ilerledi. Bir yerin tarihinden bahsederken aslında kimin, hangi zamanın tarihinden bahsettiğimiz konusu zihnimi oldukça dolduran sorulardan oldu.
Mekânla kurduğun ilişkide duygusal bir boyut var mı? Anılarını ve deneyimlerini serginde nasıl ifade ettin? Unutma ve hatırlama süreçleri, sanat pratiğine nasıl yansıyor ve bu süreçler serginin genel temasıyla nasıl bir ilişki kuruyor?
Özellikle bu sergi bağlamında elbette mekanla kurduğum ilişki oldukça duygusal bir boyut kazanıyor. Çünkü az önce de bahsettiğim gibi çocukluğumdan beri yaşadığım, sokaklarında anılarımın olduğu, birebir ilişki kurduğum bir yer…
Bellek dediğimiz şey aslında içerisinde hatırlamayı ve unutmayı beraber barındırıyor. Sergi kapsamında da geçmişin izlerini ararken hafıza, eski fotoğraflar, çizimler, haberler, edindiğim bilgileri topladığım defterimin bir araya getirilmesi ile ortaya çıkan eserlerle, yaşanılan anlamlı deneyimleri, mimarinin izinde kişisel olduğu kadar toplumsal hafızadan izleri de ortaya çıkarak daha anlamlı bir hale geleceğine inanıyorum.
2019’dan bu yana yürüttüğün araştırma sürecinde seni en çok etkileyen buluntular nelerdir ve bu buluntular sanatına nasıl yansıdı? Serginin isminde de bahsettiğin üzere, toprağın geçmişi biriktirme kapasitesini nasıl yorumluyorsun? Serginde kullandığın arşiv materyalleri (fotoğraflar, belgeler, defterin) ile nasıl bir anlatı oluşturmayı hedefledin ve bu anlatıda materyallerin rolü nedir?
Araştırmanın ve serginin ilhamını alan Köçeoğlu Av Köşkü en başından beri beni oldukça etkileyen bir yapı. Küçüklüğünden beri buraya dair birtakım rivayetlerle büyüdüğüm, her gün en az önünden iki defa yürümek zorunda olduğum, her ne kadar bahçesine giremesem mekanın içerisini deneyimleyemesem de mekanın ön cephesi ile kurduğum ilişki beni hem yaşadığım yere ve çocukluğuma hem de sergiye derinden bağlıyor. Bu köşkün tarihini araştırırken başlayan tüm süreç, aslında hem yer ile kurduğum ilişkiyi etkilerken bir yandan da sanatsal üretimlerimi yapı malzemeleri üzerinden ilerletmeme olanak tanıdı. Araştırma sürecinde elimde yaklaşık 200 parçadan oluşan bir arşiv oluştu. Sergide yer yer bu arşivden parçalar izleyiciyi karşılarken günümüz yapı malzemeleri üzerinden de mekanlarla yeniden bir diyalog alanı açma hedefindeydim.
Serginde izleyicilerin kendi belleğini sorgulamasını sağlamak için hangi materyalleri, görselleri veya etkileşimli unsurları ön plana çıkarıyorsun? Bu unsurlar, izleyicilerin kişisel anılarıyla bağlantı kurmalarına nasıl yardımcı oluyor? Ayrıca, kişisel anılar ile toplumsal hafıza arasındaki etkileşimi nasıl değerlendiriyorsun ve bunu serginde nasıl ele aldın?
Sergide yer alan neredeyse her bir eserde izleyiciyi yapı malzemeleri karşılıyor. Bunlardan beton malzemesi ise mekânsal ve toplumsal hafıza bağlamında geçmiş ve gelecek arasındaki “şimdi”nin temsili.
Bir tarihten ve hafızadan bahsederken aslında kimin, hangi zamanın hafızası ve tarihi diye sormak daha doğru olur diye düşünüyorum. Elbette her bir yaşantı kendine has ve özel. Ancak toplumsal olarak baktığımızda bu sorular oldukça önem arz edebiliyor. Bireysel olarak hatırladığımız ve unuttuğumuz her şey de toplumsal belleğimizi belirleyen birer yapı taşlarını oluşturuyor. Çünkü toplumlar, onları oluşturan bireylerin bellekleriyle şekilleniyor.
Eserlerinin farklı zamanlar ve kültürler arası bağlantılarla izleyiciyi anlatıcı konumuna getirdiğini düşünüyor musun? Bu ilişkiyi kendi perspektifinden nasıl değerlendiriyorsun?
Bir sanatçı olarak her bir eserin izleyici ile var olabileceği fikrindeyim. Bu bence her bir eserin ön koşulu gibi. Bu sebeple aslında her ne kadar çalışmam ile izleyiciye bir fikri en azından kendi zihnimin bir yansımasını aktarmak istesem de, izleyicinin her bir parça ile kuracağı ilişkiyi oldukça önemsiyor ve sıklıkla sergilerimde olabildiğince uzun süre bulunarak izleyicilerden direk dinlemeyi tercih ediyorum.
Günümüz bellek anlayışının gelecekte nasıl şekilleneceğini düşünüyorsun? Dijitalleşme ve hızlı bilgi akışının bellek üzerindeki etkileri nedir? Sanat, bellek kavramını yeniden tanımlama ve toplumsal hafızayı aktarma konusunda hangi rolleri üstlenebilir?
İnsan zihni günümüzde ne yazık ki unutmaya çok meyilli. Bunun teknolojinin yarattığı hızlı tüketim ile çok ilişkili olduğunu düşünüyorum. Ancak bunun yanı sıra dijitalleşmeyle beraber toplumun daha fazla bilgiye erişiminin arttığı da bir o kadar önemli. Günümüzde bireysel ve toplumsal hafızayı aktarma ve ulaşma konusunda biraz daha kişinin hassasiyeti ön plana çıkmakta diye düşünüyorum.
Serginde kullandığın demir, beton, ytong gibi malzemelerin hafıza ile olan ilişkisi nedir? Bu malzemeleri seçme nedenlerin nelerdir ve bu seçimler izleyiciye iletmek istediğin mesaj üzerinde nasıl bir etki yaratıyor?
Günümüzde artık sıklıkla temas ettiğimiz malzemeler daha çok yapı malzemelerinin en başında gelen beton. Beton, her ne kadar soğuk ve mesafeli bir malzeme olsa da çalışmalarımda daha çok gelecek ve geçmiş arasındaki “şimdi”yi temsil etmekte ve izleyicinin bu form ile daha önyargısız bir ilişki kurabilmesinin yollarını arıyorum.
Toprak Biriktirir Geçmişi sergisinin Fener Evleri’nde açılıp kapanmış olması, Merdiven Art Space’deki yeniden yorumlamanı nasıl etkiledi? Bu deneyim, serginin temalarını ve içeriğini hangi yeni düşünceler ve perspektiflerle zenginleştirdi? Ayrıca, mekanın sunduğu olanaklar ve izleyiciyle etkileşim şekli bu yeniden yorumlama sürecinde nasıl bir rol oynadı?
Ben daha çok mekan odaklı çalışan bir sanatçıyım. Bu sebeple çalışmalarımın üretim sürecinde sergileneceği mekan oldukça önemli. Sergi olarak Fener Evleri mekanının tarihi yapısı ve imkanları dikkate alınarak tasarlandı. Ancak teknik sebeplerden dolayı Merdiven Art Space’te yeniden açılması planlandığında yeni mekana göre tekrardan şekillenerek aslında bambaşka bir format ve deneyim alanı olarak izleyicinin karşısına çıktı.Hem eserler hem de bir sanatçı olarak bir sergi üzerinden yeniden yorumlarla mekanın işlerimin üzerindeki etkisi daha da boyut kazandı diyebilirim.