Londra’daki Victoria ve Albert Müzesi (V&A) bir moda üçlemesini tamamlamak üzere. 2017’deki Cristóbal Balenciaga ve 2019’daki Christian Dior sergilerinin ardından küratörler, 20. yüzyıl Avrupa modasının duayeni Gabrielle“Coco”Channel’e (1883-1971) odaklanarak stil konusuna geri döndüler.
Gabrielle Chanel: Fashion Manifesto (Gabrielle Chanel: Moda Manifestosu) Paris’teki Palais Galliera’dan yola çıkıyor; ancak sergiyi Londra izleyicisi için yeniden tasarlamayı vaat ediyor. Bu kapsamda, Chanel’in Birleşik Krallık’taki çalışmalarına ve bu ülkenin mirasıyla ilişkisine adanmış bir bölüm de yer alıyor. Müzenin modern tekstil ve moda küratörü Oriole Cullen, “Burada daha önce yayımlanmamış pek çok yeni bilgi var,” diyor. Örneğin, “Huddersfield’de kendi fabrikasının olması, yani Britanyalı bir Chanel limitet şirketi olduğu gerçeği”.
Serginin organizatörlerine göre –biraz da şaşırtıcı bir şekilde– bu sergi, Palais Galliera’nın sergisinden ve Metropolitan Sanat Müzesi’nin 2005’teki (aynı zamanda ünlü Met Gala’sının da teması olan) araştırmadan sonra dünya çapında düzenlenen –ve sayıları ancak üçü bulan– büyük Chanel sergilerinden biri olacak. Her üç sergi de moda evi tarafından gerçekleştirilmişti.
Kırılgan moda
Londra’daki sergide yer alan 200 parçanın 120’si V&A koleksiyonunun dışından, Chanel arşivlerinden, özel koleksiyonlardan ve Birleşik Krallık’taki Derby Müzeleri ile ABD’deki Met ve Indianapolis Sanat Müzesi Galerileri gibi kurumlardan toplanmış. Birçoğu bir asırdan daha eski olan çok sayıdaki narin parçanın sergi için seyahat etmesine izin verilmesi V&A’nın moda ve kostüm araştırmalarında bir güç merkezi olarak ünün kanıtı.
Ancak Londra’daki sergi New York’taki öncülünden önemli bir noktada ayrılıyor. Moda evinin Chanel’in ölümünden sonraki hikâyesine, özellikle de Karl Lagerfeld’in başında olduğu onyıllara odaklanılmayacak. Böylece, biyografisinin sakıncalı kısımları da dahil olmak üzere, spotlar tamamen Chanel’in üzerinde olacak. Palais Galliera’nın küratörleri, Chanel’in Nazilerle ilişkilerini gerektiği gibi ele almayı reddetmelerinin sebebini küratöryel olarak tasarımlarına odaklandıklarını öne sürerek açıkladılar. Müzenin direktörü Miren Arzalluz Eylül 2020’de W Magazine’e verdiği demeçte, “20. yüzyılın en etkili moda tasarımcılarından biri haline gelen terzinin çalışmalarına odaklanmayı seçtik,” dedi.
Cullen, sergi öncesinde çok fazla bilgi veremeyeceğini, ancak küratörlerin Chanel’in kişisel tarihinin bu karanlık dönemini keşfetmek için arşivleri incelediklerini, “geniş bir perspektif”ten birincil kaynakları topladıklarını söyledi. Tasarımcının antisemitizmi, yüksek rütbeli bir Nazi subayıyla ilişkisi ve Naziler için istihbarat ajanlığı yaptığı iddiaları, Hal Vaughan’ın 2011’de yayımlanan Sleeping with the Enemy (Düşmanla Uyumak) kitabında daha geniş bir yer ayrılarak gündeme getirildi.
1939’dan 1954’e kadar, önce savaş yüzünden, sonra da Chanel’in Nazilerden kurtarılmasının ardından Paris’ten sürgün edilmesi nedeniyle Chanel Moda Evi kapalı kaldı. Sergi, Chanel tarzının gelişimini iki yönden ortaya koyuyor:Chanel’in 1910’da, yüzyıllardır süregelen kopçaları, düğmeleri, kuşakları, kemerleri, iç çamaşırları ve korseleri sade, aktif ve erkek giyiminden ilham alan tasarımlarla altüst ederek sahneye çıkışının moda için ne anlama geldiğini; ve bu tarzın, moda evi geri döndüğünde,Dior’un zengin, kadınsı new look’u (yeni görünüm) Avrupa’yı kasıp kavururken nasıl geliştiğini ele alıyor.
Tasarımcının “küçük siyah elbise”nin yaratılmasındaki rolü, tüvidi yeniden havalı bir şeye dönüştürmesi ve Ballets Russes da dahil olmak üzere sahne ve sinema için yaptığı çalışmaların incelemesi öne çıkan konular arasında yer alıyor. Cullen,“Çok minimal, çok basit 1916 ipek jarse tunik”i–sergideki ilk giysi olacak parçayı–nihayet görmenin kendisi için özellikle etkileyici olduğunu belirtiyor: “Her şeyden önce günümüze kaldığını ve harika durumda olduğunu görmek son derece inanılmaz geliyor, ayrıca o zaman diliminde tasarlanmış bir şeyin bugün bu kadar yeni görünebileceğini düşünmek de olağanüstü.”