Yıl 1914, yer Sofya, mevsim kış... Mustafa Kemal Osmanlı Hükümeti’nin askeri ataşesi olarak Sofya’da görevlidir. Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal Bey, Bulgaristan Krallığı’nın başkenti Sofya’ya 28 Ekim 1913’de, 32 yaşında geldi. Tam da bu tarihte Sofya Operası yeni kurulmuştur ve ilk temsilini yaparak açılacaktır.
Sofya’da ilk operanın açılacağını öğrenen Mustafa Kemal, bunu duyduğunda çok şaşırır. “Demek Bulgarların bir de operaları var. Operada rol alabilecek artistleri var” diye düşünür. İlk temsil için hemen bilet aramaya başlar. Bulgar Parlamentosu’ndaki Türk milletvekillerinden Şakir (Zümre) sayesinde operada bir yer bulur. Sofya’da büyükelçi olan arkadaşı Ali Fethi (Okyar) ile birlikte galaya giderler. O gece Sofya Operası’nda G. Puccini’nin ‘’TOSCA’’ eseri oynanmaktadır. Operayı hayranlıkla izler ve o gece kararını verir!
Mustafa Kemal, o gece geç saatlerde arkadaşı Şakir Zümre’ye şunları söyler: “Şimdi Balkan Harbi’nde yenilgimizin nedenini daha iyi anladım. Ben bu adamları çoban diye bilirdim. Oysaki baksana operaları bile var. Operada oynayacak sahne sanatkârları, müzisyenleri, dekoratörleri, hepsi yetişmiş. Opera binası dahi yapmışlar…” Biraz durup düşündükten sonra bir hayal kurar: “Bizim memleketimiz de acaba operaya kavuşacağı günleri görecek mi? O seviyeye bir gün çıkabilecek miyiz?”
Mustafa Kemal 19 Mayıs 1914 akşamı İvan Vazov Tiyatrosu’ndaki Aida operasını izlemiş ve çok etkilenmişti. İşte, Cumhuriyetle birlikte yurdumuzda çok sesli sahne sanatlarının oluşmasını sağlayan, Mustafa Kemal’in 1914’de Sofya Operası salonunda izlediği ilk opera temsili sonrasındaki kararlılığı olmuştur.
Osmanlı Hükümetinin Sofya’ya askeri ataşe olarak yollamış olduğu Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, görevli olarak bulunduğu bu şehirde almış olduğu bu kararlı duruşu ile Türkiye Cumhuriyeti’mizin kurucusu olduktan sonra ‘’Türk milletinin tarihi vasıflarından birinin güzel sanatları sevmek ve o alanda yükselmek’’ olduğunu belirterek, milletimizin güzel sanatlara olan sevgisinin her türlü çalışmalarla geliştirileceğini söylemiştir.
Atatürk, milletimizin millî birlik duygusunun gelişmesinde sanatın rolünü iyi biliyor ve sanat çalışmalarına önem verilmesini istiyordu.
İnsanlarda milli birlik ve beraberlik duygusunu geliştirme ve toplumların gelişmişlik düzeyini arttırma gibi özellikleri, Cumhuriyet Dönemi’nde sanata ayrı bir önem verilmesini sağlamıştır. Cumhuriyet ilan edilirken, yeni devletin kültür anlayışının çağdaş ve millî olması kararlaştırılmış, çağdaşlaşma amacıyla inkılaplar yapılırken Batı uygarlığı ve Türk millî kültürü dikkate alınarak hareket edilmiştir. O ve arkadaşları ülkemizde bu sanatları oluşturmayı zaten planlamıştı. Bundan sonrası yetişmiş elemanlara ulaşmaktı.
Atatürk, sanata ve sanatçıya verdiği önemi 13 Şubat 1923’te yaptığı bir konuşmada; “Bulunmamız gereken seviyeye bu kadar uzak kalışımızın mühim sebeplerinden biri, sanata ve sanatkârlara lâyık olduğu derecede önem verilmemiş olmasıdır.” diyerek ortaya koymuştur.
Cumhuriyet Dönemi sanat anlayışı cumhuriyet rejimine uygun olarak geliştirilmiştir. Bu sanat anlayışında; çağdaş, ulusal ve bütün toplumun ulaşabileceği bir sanat ortamı oluşturulmaya çalışılmış, bu ortam oluşturulurken de millî ve geleneksel değerlerden yararlanılmıştır.
Sanatın toplum üzerindeki etkilerini çok iyi bilen Atatürk, sanatın her alanına büyük önem vermiş sanatçıların yetişmesi için okullar, konservatuarlar ve tiyatrolar açılmasını sağlamıştır.
Türkiye'de üzerinde en çok tartışılan sanat dallarından biri de müziktir. Bu durum Cumhuriyet'in ilk yıllarında da böyleydi. Osmanlı toplumunda merkezi bir anlayışla yönlendirilen müzik, Cumhuriyet'in ilanından sonra oldukça çalkantılı bir dönem geçirdi. Henüz Ankara’da Hukuk Fakültesi bile kurulmamışken, Musiki Muallim Mektebi, 1924 yılında ortaöğretime müzik öğretmeni yetiştirmek amacıyla Ankara’da doğrudan Maarif Vekaleti’ne (Millî Eğitim Bakanlığı) bağlı olarak kurulmuştu.
Yaklaşık 100 yıllık bir geçmişi olan saray orkestra ve bandosu Mızıka-i Hümayun, 1924'te Ankara'ya aktarılıp, Riyaseti Reisicumhur Musiki Heyeti'ne (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) dönüştürüldü.
Bu orkestranın üyelerinden bir bölümüne öğretmenlik görevi verildi ve Eylül 1924'de Musiki Muallim Mektebi (Müzik Öğretmen Okulu) açıldı. Musiki Muallim Mekteplerinin amacı sanatçıdan çok, orta öğretim için öğretmen yetiştirmekti. İkinci adım, bir 'milli musiki ve temsil akademisinin kurulmasıydı. Devlet, ilk olarak 1925'te açtığı yarışmalar sonucunda başarılı olan adayları Paris, Berlin, Budapeşte ve Prag gibi kentlere öğrenim için gönderdi.
1917'de kurulmuş olan Doğu Musikisi Bölümü'nün adı 1926 sonlarında İstanbul Belediye Konservatuarı olarak değiştirildi. Burada öğrencilere viyolonsel, keman, gibi Batı enstrümanlarının eğitimi verilmeye başlandı.
İstanbul Belediyesi tarafından 1927 yılında kurulan Şehir Bandosu gibi birçok kent ve kasabada belediye bandoları oluşturuldu. Bütün bunlara ek olarak, 19 Şubat 1932’den itibaren bütün ülkede kurulan halkevlerinde,Türk folklorunun hemen hemen bütün dallarında derleme, araştırma ve eğitim çalışmaları başarıyla yürütüldü.
Adlarının adeta, bir ulusal müzik okulunu simgelediği, Türk Beşleri adıyla da anılan ve Türk müziğinin ritim ve ezgilerini, Batı müziğinin armoni anlayışıyla işleyip, bir birleşim yaratmaya çalışmış ve çağdaş, ulusal, çoksesli eserler yazmış olan öncü bestecilerimiz eğitim için yurt dışına gönderildi. Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar, Ulvi Cemal Erkin, Ahmet Adnan Saygun ve Necil Kâzım Akses’in Türk müzik kültürünün gelişmesinde büyük payları oldu. Daha 1934 yılında, Ankara’da henüz bir konservatuar yokken Halkevi’nde (Resim Heykel Müzesi), Ahmet Adnan Saygun’a ait "Özsoy" operası ilk kez oynanmış, İran Şahı bir opera ile karşılanmıştı.
Bu gösterinin coşkusu henüz dinmeden TBMM'de Milli Musiki ve Temsil Akademisi yasası onaylandı. Akademi’nin amacı, müzik öğretmeni,müzik ve sahne sanatçısı yetiştirmek, ulusal müziği geliştirmek ve yaymaktı.
1935 yılında da Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü kuruldu. Aynı sene Ankara’ya çağrılan ve Nazi zulmünden kaçan ünlü Alman besteci Paul Hindemith, Akademi’nin çalışmaları için yol gösterdi.
1933 yılına kadar Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı bulunan Cumhurbaşkanlığı Orkestrası, 1934'te bağlandığı Milli Musiki ve Temsil Akademisi'nden ayrıldı ve 1936'da başlı başına bir kuruma dönüştü.
1936'da Ankara Devlet Konservatuarı açıldı. Eski Musiki Muallim Mektebi yeniden düzenlenerek Gazi Eğitim Enstitüsü'ne bağlandı ve 1938'de yeni binasına taşındı. Atatürk’ün vefatından sonra bile bu politika değişmedi. 1939'da Konservatuar deneme temsillerine başladı. Askeri Müzikalar Ortaokulu açıldı ve bu okul 1949'da Askeri Müzika Meslek Okulu adını aldı.
1940 yılında TBMM'de Devlet Konservatuarı Yasası, geleneksel musikinin öğretimine yer verilmeksizin kabul edildi. Bu yasa uyarınca kurulan Tatbikat Sahnesi, 1942'de Ankara ve İzmir'de Türkçe opera gösterilerini başlattı. Bu kuruluş yedi yıl sonra yasayla Devlet Operası'na dönüştü. 1944’de müziği Adnan Saygun'a, koreografisi Arzumonava'ya ait 6 sahnelik Bir Orman Masalı adlı yapıt, aynı topluluk tarafından Halkevleri'nin 12. kuruluş yıldönümünde Eminönü Halkevi'nde, Kadıköy ve Ankara'da sahneledi.
Tüm bunların yanında, ünlü koreograf ve bale yönetmeni Dame Ninette de Valois 1947 yılında Türk hükümetinin çağrısı üzerine gelerek, Türk bale sanatına önemli katkılar sağladı. Valois, 1948’de İstanbul, Yeşilköy’de bale okulu açtı, bu okul 1950’de Ankara’ya taşınarak Devlet Konservatuvarı’nın bir bölümü oldu. 1957’de ilk mezunları Devlet Tiyatrosu’na girdiler. İlk temsilleri 1960’da Manuel de Falla’nın "Büyüleyen Aşk" balesiydi. 1954'te İzmir Müzik Okulu, 1969'da ise İstanbul Devlet Konservatuarı kuruldu.
Ankara’da Sergievi olarak kurulan bina 1 Ekim 1947’de opera binasına dönüştürüldü. 2 Nisan 1948’de de Ankara Operası Türk eserleri ile Devlet Opera ve Tiyatrosu olarak açıldı. 16 Haziran 1949’da “Devlet Tiyatro ve Opera’sının Kuruluş Yasası” 5441 sayılı yasası gereğince, Devlet Tiyatrosu Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak “Devlet Tiyatro ve Operası” adıyla kuruldu. Tiyatro, opera ve bale sanat dallarını bünyesinde bulunduran Devlet Tiyatroları 1949 yılında 5441 sayılı yasayla kurulmuş ve Devlet Opera ve Balesi 1970 yılına kadar Devlet Tiyatroları teşkilatında bir bölüm olarak yer almış ve 1958 yılına kadar aynı yönetim altında idare edilmiştir. 1960’da İstanbul Şehir Operası açılmış, 1969’da Devlet Operası’na bağlanmıştı. 1970 yılında Devlet Opera ve Balesi ‘Kuruluş Kanunu’ gereğince Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ‘Bağlı Kuruluş’ olarak atfedilmiş ve Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü adını almıştır. Devlet Opera ve Balesi, 1923’te tamamen yeni bir fikir olarak doğan yeni modern Türk toplumunun kültürel bir yansıması olmuştur.
Söz konusu 1970 tarihli ve 1309 sayılı ‘Kuruluş Kanunu’ ile Ankara’da Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü Teşkilatı, merkezi bir yapı olarak kurulmuştur. Sonraki yıllarda sırasıyla İzmir, Mersin, Antalya ve Samsun operaları açılmıştır.
Yüce Atatürk’ün başlattığı Cumhuriyet’in sanat politikaları odağında, bu yıl kuruluşunun 100. yılını idrak ettiğimiz Cumhuriyetimiz bize en büyük armağandır. Bu kurumlar bundan böyle güçlenerek ve büyüyerek daha geniş halk kitlelerine ulaşacaktır.