1960’ta 1 milyonu bulan İstanbul nüfusu, her 20 yılda sürekli ikiye katlanarak büyüyor, yeni yeni yapay uydu merkezleri doğuyor. Ama unutulmaması gereken gerçek, şehrin tarihî ve öncü merkezi konumundaki yerleri, bir süre yeni yapılan, moda olanlarının gölgesinde kalsa da mutlaka ama mutlaka eski önemine ve kimliğine kavuşacağıdır.
İstanbul’un doğal sayılabilecek merkezi, Hipodrom ya da Atmeydanı olarak kabul edilir. Bizans’ın meydanlarını birbirine bağlayan Mese de buraya açılır. Bizans’ın da, Osmanlı’nın da sarayları oradadır. Her türlü araba yarışı da, gösteri, eğlence, kutlama da binlerle ifade edilen yıllar boyu burada yapıldı. Zaman içinde ülke de, şehir de büyüdükçe hayat surların dışına taştı, orada büyüdü.
Bizans’ın karşı yakasında bulunan Ceneviz-Venedik yapılanması yarı bağımsızdı. Fetih sırasında tarafsız kalmaları karşılığında onlara dokunulmadı. Azapkapı, Galata Kulesi, Galata Limanı arasındaki, casa costello denen evlerin duvarlarla birleştirilmesiyle oluşturulan surların içinde, kendi hayatlarını yaşamaya devam ettiler. Ama büyümeleri, genişlemeleri de engellendi, üst kısımları mezarlıklarla doluydu ve bu bölgede genişlemeye imkân vermiyordu.
Galata kıyı surlarının Boğaz ucuna Tophane; Haliç ucuna da askerî tersaneler yerleştirilerek Galata sabitlendi. Eski Bizans tersanesinin üzerine yeni gözler eklendi. Selim zamanında 200 kadırgalık 100 göz hastane tamamlandı. Donanma Haliç’e konuşlandı. Tersane büyüdükçe büyüdü. Mühendishane-i Berri Hümayun (İmparatorluk Deniz Mühendishanesi) yani teknik üniversitenin ilk tohumlarından olan bu okul da tersane içine dahil edildi. Tersanenin genişlemesi için Aynalıkavak Kasrı’nın önemli bölümü yıktırıldı. Kızaklar yaptırıldı. İki adet tamir ve bakım havuzu 200 yıldır hâlâ kullanılıyor. Taşkızak, Ağaç Kızak ve Valide Kızağı bugün sembolik olarak canlı tutuluyor. Tersanenin varlığı Haliç’in iki yakasında denizcilikle ilgili meslek gruplarının, atölyelerin, malzeme depolarının ilgili oda loncaların merkezidir; ta ki Endüstri Devrimi’yle buharlı gemilerin çıkmasına kadar. Tersane-i Amire, Cumhuriyet döneminde de işlemeye bir süre devam ederek görece küçük boylu gemileri yapmaya devam etti. Buharlı savaş gemileriyse yurt dışına sipariş edildi. Dünyanın ilk büyük endüstri merkezlerinden birinin ömrü böylece tamamlandı.
Lale Devri iyi mi kötü mü?
Haliç’in asıl önemi şehrin nefes aldığı, rahatladığı yer olmasıydı. Bir yandan gemi imalatları olsa da Kâğıthane’den Aynalıkavak Kasrı’na bölge, şehrin en büyük mesire alanı, kültürel değişim alanıydı. III. Ahmet ve sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim, Fransa’ya gönderdikleri Yirmisekiz Çelebi Mehmed’in Trianon, Marly, Fontainebleau’dan olan izlenimlerine de dayanarak Sadabad bölgesini yarattı.
Dere yatağı temizlenip düz bir kanal açıldı. Cetvel-i Sim. Ayın sudaki gümüş yansıması. “Uğurlu, bayındır yer” anlamına gelen Sadabad Sarayları yapıldı. Kanallar, havuzlar, geçişlerde çağlayanlar, küçük şelaleler oluşturuldu. Su geçişleri hem hoş görüntü hem de farklı bir ses yaratıyordu. Sonra Hüsrevabad havuzları ve köşkleri de yapıldı. Onu Hürremabad, Kasr-ı Neşat takip etti. Bölgede toplam 170 köşk ve kasır inşa edildi. Sadabad sefaları sadece Saray’la sınırlı değildir. Halkın pek rağbet ettiği mesire ve eğlence yerleridir. İnce zevkin hayata yansıdığı bu dönem, Ahmet Refik tarafından hoyratça olumsuzluk çağrışımlı “Lale Devri” olarak nitelenmiştir. Lale merakı, sanat, spor, müzik ve sohbet merkezi haline gelen ve sadece 12 yıl süren bu dönem, Patrona Halil İsyanı’yla hazin bir şekilde sona erdi. Sonradan çeşitli padişahlar belli onarımlar yaptırıp mekânların ayakta kalmasını sağlamaya gayret etseler de, Cumhuriyet sonrası bölge askeriyeye devredildi. Derenin alışılagelmiş taşmalarından birinde su boşaltılamayınca kullanılan dinamit ne havuz ne çeşme ne kasır bıraktı. Nedim’in “gülelim oynayalım kâm alalım dünyadan” arzusunu da yok ederek.
Surnameler ne anlatıyor?
Haliç’te yapılan en büyük olay III. Ahmet’in dört oğlu için yaptırdığı “Sûr” adı verilen masalsı düğündü. “Sûr”lar kayıt altına alınır; yazılır, resimlenir, kitaplaştırılır. Bu düğünün “Sûrnamesi” Vehbi tarafından yazıldı, ünlü musavvir (portreci) nakkaş Levnî tarafından resimlendi. On yılda tamamlanabilen bu eser, 137 tabloyla (Topkapı Arşivi A. 3593) tam bir hikâye anlatıcılığının ilk, öncü ve altın örneklerindendir. Şenlikte ne olduysa betimlenmiştir. Ziyafet sahneleri çift sayfa ve epey detaylıdır: İki ya da üç renkli gergilerin gölgesinde tamamen kaplayan halılar üzerinde, yok yok sofralar, esnaf alaylarının uzun geçitleri de ilginçtir. Sıraya girmiş farklı esnaf grupları soldan sağa doğru “hareket” eder. Şenliklerin ok atma ve benzeri spor faaliyetleri daha çok Okmeydanı’nda yapılırken, eğlenceler hep Haliç kıyısında genelde geceleri yapılırdı. Padişahın eğlenceleri seyir mekânı Aynalıkavak ya da Tersane Sahil Sarayı’ydı. Tersane henüz genişletilmemiş ve deniz doldurulmamış olduğu için, kasır tam deniz kenarındadır. Cambazlar, hokkabazlar, hanendeler, sazendeler salların üzerinde marifetlerini sergilerlerdi. Sallarda bulunan düzeneklerden atılan havai fişekleri, çarkıfelek fişekleri, kandilleri sürekli döndüren mekanizmaları Levnî ince ince ve şaşırtıcı biçimde tasvir eder. Ortalık bir ışık, renk ve musiki cümbüşüdür. Akıllara ziyan gösteriler ip üstündedir. İp üzerinde araba bile yürütülür. Venedik elçisi ise, Haliç’in iki yakası arasında ip üzerinde yürüyen cambaza bayılır. Venedik’te benzerinin yapılmasını sağlar. Venedik Karnavalı sırasında balkonda biten “Türk ya da Melek Yürüyüşü” bugün bile yapılır.
Asıl sürpriz, düğünün 13. günü ortaya çıkar. Denizde kocaman bir timsah görülür. Dalar çıkar, batar çıkar, sonra içinden ellerindeki tepsilerde zerde pilav taşıyan beş çengi çıkar ve dev timsahın sırtında oynarlar. Başmimar İbrahim Efendi’nin yaptığı bu timsah da ilk denizaltı örneği sayılabilir.
III. Murat devrinde yapılan 500 sayfasının 427’sinin bugüne kadar gelebildiği Sûrnâme-i Humayun’a bakıldığında bütün eğlenceler sadece Atmeydanı ve İbrahim Paşa Sarayı ve civarında geçerken, surların dışına taşılmış ve yeni merkez hayırlı Haliç kıyıları olmuştur. Artık sosyal hayatın, eğlencenin, kutlamanın, teknolojinin ve her türlü görülmemiş yeniliğin merkezi Haliç’tir.
Bugün Tersane ve bölgesi yeniden düzenleniyor. Bugünkü siyasi gündemin ilk ipuçlarının ortaya çıktığı Kırım’ın bağımsızlığının (sonra da Rusya’ya geçecektir) kabul edildiği Aynalıkavak Tenkihnamesi’nin imzalandığı kasır yeniden hayata kazandırılıyor. Dünyanın hiçbir büyükşehrinde eski merkezler, uzun süre atıl kalsa, yılkıya bırakılsa da mutlaka yeniden doğar gerçek değerini kazanır. Boğaz’ın zorlu akıntıları dolayısıyla; buharlı deniz araçları öncesi pek kolay ulaşılamayan Boğaz kıyılarındansa, durgun sulu, keyifli Haliç tercih edilen bir merkez oldu. Şehrin sürekli katlanarak büyüdüğü bu dönemde Haliç ve sahillerinin, yeniden, eski merkez kadar çekici olması kaçınılmaz.
Haliç ve Tersane inceliğin, eğlencenin, deniz kıyılarının, her türlü yeniliğin ve tabii sanatın yeniden merkezi oluyor.
Tadını çıkarmak gerek.